On yedinci yüzyılda İzmir'in nüfusu 80.000 ile 90.000 arasındaydı. Tavernier'ye göre kentte 60.000 Türk, 15.000 Rum, 8.000 Ermeni, 6-7.000 Yahudi vardır. 1688'deki büyük depremden sonra nüfus bir süreliğine azalmıştı. 1702'de Tournefort'un yazdığına göre ; şehirde 15.000 Türk, 10.000 Rum, 1.800 Yahudi ve 200 Ermeni vardı. Bu devirde şehirde yaşayan azınlıklar ve yabancılar tam anlamıyla dini özgürlüğe sahiptiler. Türklerin 15 camii, Yahudilerin 7 sinagogu, Ermenilerin 2 kilisesi, Rumların St.Venerande ve St.George adlarını taşıyan 2 kilisesi, Katoliklerin 3 manastırı vardı. Manastırlardan biri Cizvitlere (Jesuites) diğeri Capusinlere aittir. Bu iki manastırın giderlerini Fransa Kralı karşılıyordu. Üçüncü manastır İtalyan Observetinlerindi fakat buradaki rahiplerin mali durumu iyi olmayıp pek sefil yaşarlardı.
Türkler, Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler şehrin tepesi üzerindeki yamaçlarda ikamet ederlerdi. Aşağıda, şehrin kıyısı boyunca Fransızlar, İngilizler, Hollandalılar ve İtalyanlar yerleşmişlerdi.. Fransızların çoğunlukta olması nedeniyle Avrupalı yabancıların hepsi burada, Anadolu'nun diğer yerlerinde olduğu gibi, Fransız olarak bilinirdi.
Yabancıların evleri ve konsolosluklarının olduğu kıyı boyunca uzanan sokağa da "Fransız Sokağı" denirdi.
Gemelli Careri, "Fransızlar İzmir'de hayal edilebilecek bütün serbestiye sahiptirler. İstedikleri gibi İtalyan veya Fransız tarzında giyinirler. Böylece şehir içinde ve dışında, karada ve denizde rahatça gezerler" diye yazar.
Öyle anlaşılıyor ki, yabancı tüccarlar ve konsoloslar işleri başındayken çoğunlukla Türk tarzında giyinirler, ancak gezme ve eğlenme zamanlarında İtalyan veya Fransız tarzında giyinirlerdi.
İzmir'deki Hollandalıların şehirde on bir evleri vardı. Her evde iki veya üç tüccar kendi grubuyla kalırdı. İngilizler de Hollandalılar kadardı.. Venediklilerin sayısı ise oldukça azdı. Bruyn 1687'de İzmir'de bulunduğu sırada Venediklilerin bir Rum konsolosu olduğunu ve Türk tarzında giyindiğini yazar.
Yabancılar arasında çoğunluğu oluşturan Fransızlarsa kalabalık olmalarına rağmen büyük ticarete sahip değildiler. Fakat aralarında çok sayıda sanatkar ve zanaatkar vardı. Zaman zaman Türk tarzında giyinmekle beraber kendi kimliklerini korurlardı.
Chevalier D'Arvieux İzmir'deki Fransızların kendi yaradılışlarında limanda sınırsızca eğlenmelerini anlatır : "Bazen rıhtıma ticaret gemilerinden biri geldiği zaman Fransızlar bu gemiyi toplu bir grup halinde ziyarete giderler veya uğurlama partisi tertiplerlerdi... O zaman ziyaretçiler çok içerdi. Kıyıdaki partiler daha dehşet verici daha korkunç olurdu. Özellikle ev sahibi İngiliz ise... Çok içilir ve sonunda bütün şişeler ve bardaklar kırılırdı. Kırılacak bir şey kalmayınca da misafirlerin şapkalarından , perukalarından ve elbiselerinden şenlik ateşi (bounfire) yakılırdı. Bundan sonra bu aptallar yeni elbiseler yapılıp gelinceye kadar yataktan çıkamazlardı.."
Fakat Fransızlar şehirdeki Türkler, Ermeniler ve Yahudilerle çok iyi geçinmekteydiler..
İzmir'de en güzel yer Fransızların sokağıydı. Kıyı boyunca uzanan bu sokağın bir yanı deniz tarafında olup buradaki evler denize kadar ulaşırdı. Caddenin iki yanında büyük evler, konsolosluklar ve iş yerleri vardı. Deniz tarafındaki binaların arka cepheleri rıhtıma açılıyordu. Rıhtım tarafında yüklerini boşaltan ve mal yükleyen gemilerin yükü bulunurdu..
Akşamları Fransızlar burada gezintiye çıkarlardı. Aynı sokakta gemicilerin öğle yemeklerini yedikleri, Rumların işlettikleri lokantalarla bir Rum kilisesi vardı.
İzmir'de kıyıdaki bu binaların arkasında camiler ve hanlar uzanıyordu. Buralarda tek katlı kerpiçten yapılar vardı.Her evin bahçesinde kazılmış bir lağım çukuru olup yağmurlu mevsimde bunlar suyla doluyor ve sinekler için beslenecek bir ortam olduğundan, sonbaharda öldürücü ateşli hastalıklardan ölenler oluyordu..
(BİRİNCİ BÖLÜM SONU)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder