21 Eylül 2011 Çarşamba

99 ) İLK KURŞUN !.. ( 2. BÖLÜM )

   Osman Nevres, Yahudi mezarlığında toplanan halktan  da iş çıkmayacağını anlayınca şehre döndü. Cezaevinin önünden geçerken kapıların ardına kadar açık bulunduğunu gördü. İzmir'in bulutlu, yumuşak, tatlı sabahlarından biriydi. Verdiği karar o kadar güçlüydü ki bütün gece uyumadığı halde onu dimdik ayakta tutuyordu. Sivil cezaevinden boşalan yüzlerce mahkumun şehre dağıldığını ve kimisinin de halkın yağma etmekte olduğu kolordunun silah deposuna doğru koştuğunu gördü. Yağma edilen bu silahların ancak eşkıyalıkta kullanılacağına yemin etse başı ağrımazdı.
   15 Mayıs sabahı, halkı sokaklarda uyanık buldu. Mebuslar birer yana savuşmuştu. İzmir, gerçekten bağıra çağıra elden gidiyordu. Kazım Bey'le birkaç subay memleketin içine doğru kaçıp oralarda olsun yuvalanmak üzere ilk araca binmek için davrandılar. Genç adam da o niyette ise de onun görülecek ufak bir hesabı vardı. Tabancasındaki birkaç kurşunla cebindeki bombayı hiç olmazsa İzmir' in işgalini daha gürültülü bir biçimde protesto etmek için savurduktan sonra Aydın dağlarına doğru kaçacaktı...
   Genç gazeteci, birdenbire Kordon boyuna doğru bir koşuşturma olduğunu gördü. Halk, akın akın deniz kenarına doğru gidiyordu. Evet, geliyorlardı. Bir sürü nakliye gemisi, Averof ve Lemnos savaş gemilerinin ortasında, körfezin ılık mavi sularını yararak ilerliyordu.
   Gemiler geldiler, İzmir'in önünde demirlediler.Rıhtım boyunca dizilmiş yerli Rum kalabalığı, coşkun gösterilere başladı. Yunan marşları çalıp duran bir bandonun müzik yağmuru altında Yunan savaş gemilerinden saat tam 7.30'da gümrük yakınına bir birlik çıkarıldı. Saat 8.25'de meşhur Efzun taburu beyaz ve şişkin entarileri, süslü fesleri ve püsküllü çaputalarıyla karaya ayak bastı. Saat 10.55'de ise piyade alayı şehrin kuzeyindeki Punta 'ya (Alsancak) çıkarıldı. Bu alaylardan biri şehrin içine doğru yürüdü. Öbürü de şehre hakim bir tepede bulunan Kadifekale'de mevzilenmek üzere tertibat aldı.
   Pasaport yakınında ve meşhur Kramer Otelinin önünde Kordon boyuna ayak basan Efzun Alayı, Rum halkın sevinç gözyaşları arasında İzmir Ortodoks Metropoliti Hristos Tomos tarafından takdis edildi. Tomos ile papazlar Yunan bayraktarı önünde diz çöktüler ve sevinçten ağladılar.
   Efzun Alayı kumandanı Yarbay İstavriyanopolis, atının üzerinde dimdik duruyor ve birinci taburun önünde gidiyordu. Kokaryalı'ya doğru yönelmiş olan Efzun Taburu bu zafer sarhoşluğu içinde yüzleri gülerek ilerliyor ve Türk mahallelerinin başladığı yere yaklaşıyorlardı. Kışla ve hükumet konağı saat kulesinin bulunduğu meydanı geçmişler, Kokaryalı tramvay durağına gelmişlerdi.
        
   Efzun Taburu öncüsü, üstü otel ve altı kahve olan, adına da Askeri Otel denilen yapının önünden geçiyordu. Tam bu ara, yaya kaldırımına sıralanmış halkın arasından hızla ilerleyen genç gazeteci Osman Nevres, ruhundaki dehşetten titreyen eline hakim olabilmek için diz çöktü ve tam köşe başından alay kumandanının arkasından yürüyen dağ gibi bayraktarın alnına nişan aldı ve tetiği çekti. Bu davranış, öyle çabuk olmuştu ki alay kumandanı da, bayraktar da, halktan pek çoğu da bunu görmüş, anın kısalığından hiç kimse karşı koyamamıştı. Gürbüz bir tabanca sesi, bütün bu zafer ve bayram havasını paniğe uğratmıştı. Kurşunu tam alnından yiyen dağ gibi bayraktar, elindeki kocaman Yunan bayrağı ile boylu boyunca kaldırıma serildi.
   Alay kumandanı, bu kurşunu nasıl olup da kendisinin yemediğine şaşarak atına bir çark yaptırdı ve gerisin geri dolu dizgin kaçmaya başladı.
   Genç gazeteci, bu panikten yararlanarak hemen yan sokağa sapmış, iki üç yüz metre kadar gerilemişti. İstediği tek protesto kurşununu atmıştı. Şimdi, öbür kurşunlarla kendini savunarak elinden gelirse bağlara, bahçelere dalarak dağlara, memleketin içlerine sığınacaktı. Ne var ki bayraktar mangası peşini bırakmadı.  Genç adam tabancasının kurşunlarını boşalttıktan sonra, yaklaşan Efzunlara cebindeki bombayı da savurdu. Uzun ve güçlü koluyla savurduğu bomba, arkadan gelenlerin hemen yanı başlarında patlayarak onları bir süre durdurdu. Artık büyük kaçışına başlamaya karar verdiği anda sokağın başından bir anda vızıldayarak birçok kurşun geldi. Bunlardan biri kafatasında korkunç bir delik açtı. Arka üstü düştü, birkaç kez çırpındı, yarı yüzükoyun döndü. Kocaman tabancası hala sağ elinde olarak kımıldamaksızın olduğu yerde kaldı.
   Yaklaşan Efzunlar, belki oyun yapıyor diye onun ölüsüne birçok kurşun daha attılar. Her yanından kan sızıyordu. Süngü takmış olarak ölünün çevresini saran bir manga Efzun, süngülerinin sivri ve parlak uçlarını birçok kez bu genç ölünün gövdesine sapladılar. Birkaçı hızını alamayarak onun kafasını çiğnedi, tekmeledi...
   Kolbaşı'ndaki Efzun Taburu, Hükumet Konağı ile kışla arasındaki bahçede mevzilenerek kışlanın kapı ve pencerelerini şiddetli bir ateş altına aldı. Yunan donanmasından indirilen Nordanfelt tüfekleri de bu atışa katıldılar. Tam iki saat süren ve hiçbir karşılık görmeyen bu ateş, kışlanın bütün cam ve çerçevelerini yere indirmiş, sarı badanalı dış ve iç duvarları da çiçek bozuğu bir yüz haline getirmişti. Kışlanın ateş altına alınan yüzünde subay odaları ve bazı daireler bulunuyordu. Sonucunu hiç düşünmeden girdikleri bu kapanda bu subaylar, ateşin kesilmesini boşuna beklediler. Kışlaya denizden yanaşan Leon torpidosu top atacağını işaretle bildirmişti. Yunan Birinci Tümen kumandanı Albay Zafiryos, bu torpidoda bulunuyordu. Torpido, Karantina önünde demirlemişti. Topla kışlayı bombardıman edeceğini bildiren Leon torpidosu kışladan ateş edilmediğini çabucak anladı ve top atışından vazgeçti. Bu sırada piyade ve makineli tüfek ateşi de önce hafifledi, sonra da kesildi. Bundan cesaret alan Kolordu kumandanı Tuğgeneral Ali Nadir Paşa, beyaz teslim bayrağı çekilerek kapıdan dışarı çıkılması emrini verdi.
   Sonra öyle kötü bir olaylar zinciri oldu ki insanın yazmaya eli varmıyor.. Ali Nadir Paşa'nın küçük rütbeli bir yunan subayından üç tokat yemesiyle başlayan ve sonra Rum halkı ve Rum çetecilerin arasından limana kadar sürecek olan zorlu, çileli bir ölüm yürüyüşü. Öldürülen, ağır yaralanan, dövülen, neredeyse yarı linç sayılacak davranışlara maruz kalan ve bin bir hakarete uğrayan bu 350 kişilik subay grubu, gittikçe azalarak, Pasaport önüne gelinceye kadar 300 kişiye düşmüştü bile..
   Bahtsız kafile, sonunda, Kordona yanaşmış olan Patris adlı Yunan yük gemisinin yanına varınca durduruldu. Bu geminin ikinci sınıf kamaralarına doldurulan subaylara daha sonra birçok Türk polisi, Mülkiye memuru ve halktan bazı kişilerin de eklenmesiyle nefes alınamaz hale gelen kamaralarda 48 saat aç ve susuz kaldılar.
   Bu sırada dışarıda da çok vahşi olaylar, "gözlemci" Amerikan subayları ve siyasi mümessillerinin kayıtsız bakışları arasında cereyan ediyordu.
   İki günden sonra "lütfen" biraz peksimet, peynir, zeytin ve kuru üzüm verilen gemideki tutuklular, 19 Mayıs 1919 günü vapurdan çıkarılarak kışlaya götürüldüler. Burada evli subayların eline Yunanlılarca vesikalar verilerek evlerine gitmek üzere serbest bırakıldılar.
   Osman Nevres, üç gündür bu Mayıs sıcağında Kordon boyunda kıvrılmış yatıyordu. Onun kim olduğunu ne İzmirli Türk hemşehrileri, ne de her yanından kafasına bir tekme atıp geçen Rum hemşehriler biliyordu. Şimdi, kendi vatanının toprağı üzerinde, hiçbir Türk'ün gömmeye cesaret edemediği yasak bir ölü gibi yatıyor ve yattıkça şişiyor, hızla çürüyordu.
   En sonra büyük atlarıyla devriye gezen Amerikan askerleri, bu ölüyü ortadan kaldırmaya karar verdiler. Kim olduğunu anlamak için evrakını aradılar. Nüfus kağıdında Hasan Tahsin Recep yazıyordu. Bu, babasının nüfus kağıdıydı. Amerikalıların yardımıyla İzmir toprağına gömüldü. Ruhu şad olsun...







     
       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder