Sokaklarda üçer beşer kişilik topluluklar olarak dolaşan gençler, tellakların bağırışlarını andırırcasına, evlerin pencerelerine bakarak şöyle bağırıyorlardı : "Vatanını seven Yahudi mezarlığına, maşatlığa gelsin !.."
Şimdiki Bahri Baba Parkı, o zaman Yahudi mezarlığıydı. Üzerindeki tabelada "Hukuku Beşer (İnsan Hakları) Gazetesi" yazılı bir kapıdan soluk soluğa uzun boylu, otuz yaşlarında bir adam fırladı ; hemen önünden geçen dağınık saçlı ve heyecanlı bir gencin kolundan yakaladı ve ona bir kucak dolusu gazete verdi : "Al şunları, önüne gelene ver ! " dedi. Sultani (ortaokul) öğrencisi olduğu anlaşılan genç, gazeteleri yüklenip uzaklaştı. Genç adam, giden delikanlının arkasından dalgın ve düşünceli baktı.
Denizden ıslanarak gelen tatlı bir meltem, yüzünü okşayarak ve ciğerlerini doldurarak sokak boyunca geçip gidiyordu. Güzel bir Mayıs akşamı İzmir'in bütün göğünü ve havasını pembe bir buğu ile doldurmuştu.
Genç adam ömrünün en önemli olaylarından birini, belki de en önemlisini yaşamak üzereydi. Ne var ki bu, ömrünün en büyük sesi olarak vatanın esir ufukları üzerinde, kim bilir belki de bütün yeryüzünde çın çın ötecek bir yankı bırakacaktı..
Osman Nevres 1888'de Selanik'te doğmuştu. Babası Hasan Tahsin Recep'ti. Lise eğitimini Selanik'teki Fevziye Lisesinde bitirerek İstanbul'a gelmiş, Şamlı Mehmed Efendi mağazasında çalışan babasının yanında kalmıştı. Meşrutiyetin ilanı üzerine İttihat ve Terakki Cemiyetine girmiş, sivil muhafız olmuştu. Bütün isteği, Avrupa üniversitelerinden birine kapağı atmak ve eğitimini bütünlemekti. Ne yazık ki babasının aldığı üç beş kuruş, onun bu hevesini gerçekleştirmeye yetmiyordu. Sonra devlet sınavını kazandı ve bir arkadaşıyla ağabeysinin verdikleri on Napolyon altınını cebine indirerek Paris'e yollandı.Orada Siyasal Bilimler Akademisini bitirdikten sonra İstanbul'a döndüğünde Balkanlar kaynamaya başlamıştı. Amansız iki Türk düşmanı iki İngiliz, Baxton kardeşler, Balkanlar'da büyük bir propaganda gezisine çıkmışlardı. Osman Nevres, bunları yola getirmek için Talat Paşa ile İsmail Canbolat Bey'e başvurdu. Sofya'da yapılacak olan suikastı Sofya Ataşemiliteri Mustafa Kemal doğru bulmayarak Romanya'da yapılmasın salık verdi. Osman Nevres, Bulgaristan'dan Türkiye'ye dönerek buradan bir taka ile Romanya'ya geçti. Bükreş'te Baxton kardeşleri ağır yaralayarak Romen Adliyesinden on yıl hapis cezası yedi. Birinci Dünya Savaşı içinde Türk Ordusu Bükreş'e girince kurtularak yurda döndü. Ne var ki bu kez de verem olmuştu. Talat Paşa'nın yardımıyla tedavi edilmek üzere İsviçre'ye gönderildi. Osman Nevres, İsviçre'ye tedaviye giderken babasının nüfus kağıdıyla pasaport almak zorunda kaldığından Hasan Tahsin Recep adı sonradan üzerinde kaldı.
İzmir'in Yunanlılara işgal ettirileceği haberini birçok İzmirli aydın yurttaş gibi o da çoktan almıştı. Hukuki Beşer Gazetesinin sayfalarında bomba gibi yazılar patlatmıştı.Aylardır dillerde dolaşan işgal haberi, işte en sonra gerçekleşmek üzereydi ve bunu önleyecek hiçbir kuvvet de görünürlerde yoktu... Genç adam, ayaklarının yorgunluktan artık daha ileri gitmediğini anlayarak önünden atlı tramvaylar geçen bir kahvenin dışarıdaki iskemlelerinden birine çöktü. O biliyordu, yurt sevgisi ile ruhları kaynayıp duran, vuruşmak için ufacık bir işaret bekleyen bu halkı durduran nedenleri çok iyi biliyordu. İzmir Valisi Kambur İzzet ile On Yedinci Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa, İstanbul Hükumetinin ihanetini destekliyorlardı.
Artık güzel İzmir'in savunması kadere bırakılmıştı. Bu şehri ancak bir mucize kurtarabilirdi. Bırakışma koşulları gereğince İzmir'deki kolordu karargahına gelen bir İngiliz subayı, alaylarda yalnızca dörder makineli tüfek bırakılmasını ve geri kalanının sandıklanarak gereken yerlere yollanmak üzere istasyonlara gönderilmesini söylemişti. Beşinci Tümenden İngilizlere hiçbir top teslim edilmemişse de bütün topçu cephanesi liman içinde bulunan Yenikale Tabyasına depolanmaktaydı. Harbiye Nazırlığından gelen emirde, tümenden sadece iki bin tüfek bırakılması ve geri kalanının sandıklanarak istasyonlara gönderilmesi bildiriliyordu.
Zaten Mondros Bırakışmasından sonra yapılan terhis sonucunda taburlar, 100-150 silaha düşmüştü. İzmir' deki kolordu emrinde ayrıca iki bölüklü bir süvari alayı da bulunuyordu. Ne var ki bu alayın bir bölüğü tam 20 gündür İzmir'den uzaktaydı.
Ayvalık'taki kıyı bataryaları içeri alınmış, İzmir'deki kale toplarının kamaları sökülmüştü. 14 Mayıs'tan birkaç gün önce İzmir Limanına bir sürü savaş gemisi gelmişti. Bunların arasında bir Amerikan dretnotu, bir İngiliz, bir İtalyan zırhlısı ve bir harp gemisiyle birkaç İngiliz torpidosundan meydana gelen bir filo da vardı. İngiliz Amirali Calthorpe da bu savaş gemileriyle İzmir'e gelmiş ve yapılan provada hazır bulunmuştu.
Bir iki gün önce de donanma arasında bulunan Yunanlıların Kılkış ve Averof savaş gemilerinden karaya bir miktar Yunan askeri çıkarılmıştı. Bunlar, Kadifekale istihkamlarını ve Çandarlı'yı işgal provaları yapmışlardı.
Ege kıyılarının incisi, daha Mondros Bırakışmasından önce, savaşta göstermiş olduğu yararlıklara karşılık Yunanistan'a bağışlanmıştı !.. Yunanlılar sadece bu olgun yemişi dalından devşirecekleri günü büyük bir sabırsızlıkla bekliyordu. Bunun için de alabildiğine gizli hazırlıklar yapılmaktaydı. Kıyıya yakın adalarda meydana getirilen Yunan çeteleri gizlice İzmir'e sokuluyor ve İzmir metropolitinin emrinde toplanıp teşkilatlanıyordu. Bunlar, İzmir'e basit birer yolcu olarak geliyorlardı.
İtilaf devletleri, İzmir'in Yunanlılarca işgalinin haklı olduğunu gösteren kimi nedenler ileri sürmek zorunda idiler. Bunun için de bir iki tutamak noktası bulmuşa benziyorlardı : Aydın Hıristiyanlarının varlığı tehlikedeydi !. Türkler, düzenli ordularını güçlendirerek, çete teşkilatları da yaparak Rumlara katliam yapmak üzereydiler..
İzmir'in işgali, Mondros Mütarekesinin 7 nci maddesine göre yapılacaktı. Bu maddeye dayanarak, ABD' nin de oluru ile İzmir şehrinin Yunanlılarca işgali istenmişti.
7 Mayıs 1919'a kadar İzmir Limanına gelip demirleyen Amerikan, İngiliz, Fransız, Yunan donanmasından seçilmiş zırhlı, kruvazör, dretnot ve torpidolar İzmirli Rum hemşehrileri sevinçten çılgına döndürmüştü. İngiliz Amirali Webb, 14 Mayıs 1919 günü İtilaf Devletleri namına Babıali'ye bir nota vermişti. Bu notada Yunanlıların 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir'i işgal edecekleri bildiriliyordu. Bu kararın da Paris'te toplanan Dörtler Yüksek Meclisince verildiği açıklanıyor ve Osmanlı askerlerinin İzmir Kalesini boşaltarak Yunanlılara teslimi, şehir içindeki asker ve subayların kışlalarında kalarak işgali beklemesi isteniyordu.
Verilen ikinci bir notada da, her türlü üzücü olayları önlemek için çıkarma iskeleleri yakınındaki Pasaport ve Punta (Alsancak) 'daki karakollarda, müfrezelerden başka bütün birlikler ve müesseselerin, bulundukları garnizonlarda toplu bir halde kalarak Yunan işgal kuvvetleri komutanının vereceği emri beklemeleri ve dışarı ile haberleşmeyi önlemek üzere telgrafhanenin İngilizlerce işgal edilmek üzere olduğunu bildirmişti.
14 Mayıs günü akşamı, Amiral Calthorpe'un notasından sonra Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa, bütün subayların evlerine adam göndererek hepsinin gece kışlada toplanmasını emretmişti. Böylece İzmir'de bulunan subayların çoğunluğu, ayaklarını sürükleyerek gidip kışlaya kapanmıştı.
( BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder