“Bu son fasıldır, ey ömrüm
Nasıl geçersen geç…”
Türk Sanat Müziği şarkılarından “Dönülmez Akşamın Ufkundayım” ‘a ait bu dizeler insanoğlunun son dönemini ne de güzel ifade eder…
Aynı, okumasını daha yeni tamamladığım, “Sokaktaki Adam” gibi… İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan edebiyatının bol ödüllü, saygın ve çok okunan yazarlarından Philip Roth’un 107 sayfalık kitabı çok etkileyici ve yaşı ilerlemiş birisi olarak çok sevdim bu kitabı…
Bunca derin bir konuyu bu kadarcık sayfada anlatmak bile, yazarın kalitesini gösteren bir kanıt bana kalırsa..
Benim yaşımda olanlar kadar, henüz yolun başında olan genç kardeşlerimin de okumalarını öneririm. Çünkü normal akışında devam eden yaşam nehrinin ölüm denizine kavuşmadan önceki son durağını herkes yaşayacak.. Bundan kaçış yok !..
Kitabın kahramanının cenaze töreniyle başlıyor kitap !. 79 yaşında, ameliyat masasında kalbinin durması sonucu ölen meşhur bir Musevi reklamcı, ödüllü bir sanat yönetmeni..
Geriye dönüşlerde ; mücevher ve saat tamircisi bir babanın iki oğlundan küçüğü olduğunu ; başından üç evlilik geçtiğini, ikinci eşiyle evlenebilmek için terk ettiği birinci eşi ve onun yetiştirdiği iki oğlu tarafından hiç sevilmediğini ; ikinci eşinden olan kızının ise onu çok sevdiğini ; 24 yaşında bir mankenle evlenebilmek için de ikinci eşini terk ettiğini öğreniyoruz….
Bu arada, çok küçük yaşta geçirdiği bademcik ameliyatının ardından, 9 yaşında fıtık, 34 yaşında apandis, 56 yaşında da bypass ameliyatları geçirmesi ; sonraki yaş dönemlerinde de kısa aralıklarla çok sayıda cerrahi müdahaleler sonucu öylesine isyan duygularına kapılıyor ki o yaşına kadar hiç kıskanmadığı ağabeyini bile kıskanır oluyor. Ne onun mutlu bir aileye sahip olması, ne de başarılı ve çok kazanan iş adamı olmasıdır bu kıskançlığın nedeni ; sadece onun çok sağlıklı olmasıdır !.. Aynı anne babadan doğmalarına karşın, onun hiç hastaneye yatmamasını ve hiç ameliyat geçirmemesini kıskanmaktadır. Anne ve babasından fiziksel dayanıklılığı ağabeyi alırken, ona düşen miras ise kalp ve damar rahatsızlıkları olmuştur…
Bu sırada kendi kendisiyle de çelişkiye düşmektedir aslında. Çünkü, “gerçekliği yeniden yapamaz insan ; olduğu gibi kabul etmeli onu. İnsan durduğu yeri muhafaza edip, yaşananları olduğu gibi kabul etmelidir” vecizesi ona aittir.
İnsanın yaşı ilerledikçe bazı alışkanlıkları da değişmeye başlar. Hayatta kalabilmek için makul ölçülerde, elinden gelen herşeyi yapmaya başlar yalnızca. Hayatın sonunun, gelmesi gerekenden bir dakika dahi önce gelmesini istemez ; neredeyse herkes gibi…
“Ama yaşlıların hangisi böyle değildi ki ? Hepsi o hale gelmiş olmaktan, yaşadıkları fiziksel değişimlerden, cinsel gücün azalmasından, onları şekilden şekile sokan hatalardan utanıyorlardı.”
Her şeye rağmen iyi yaşamış, işinde ve gönül işlerinde başarılı biri olarak bu son döneme girmek, ve en önemlisi, kendi tercihi olan, yalnız yaşamayı seçmek ; onun önce bocalamasına neden olur…
“Yalnız yaşamayı seçmişti ama dayanılmaz bir yalnızlık içinde yaşamayı değil. Dayanılmaz bir yalnızlık içinde yaşamanın en kötü yanı, ona dayanmak zorunda kalmaktı. Ya dayanır, ya da batardınız. Zihninizin arsızca, bereketli geçmişe gömülüp sizi sabote etmesini engellemek için çok çalışmanız gerekirdi..”
Yaşamak istiyordu ama onu hayatta tutmak için kimsenin elinden bir şey gelmiyordu artık. “Yaşlılık bir savaştır ; bir şununla bir bununla savaşırsın. Acımasız bir savaştır ve en zayıf halindeyken, eski halinden eser yokken verdiğin bir savaştır. Aslına bakarsan savaş da değil, bir katliamdır yaşlılık !..”
“Ölüm herkes gibi onun da başına gelecekti. Çünkü hayatın en rahatsız gücü ölümdür. Çünkü ölüm çok adaletsizdir. Çünkü insan bir defa yaşamın tadına varınca ölüm doğal bile gözükmez ona..”
Ve kitap şu cümleyle son buluyor : “ Hiç de yere yıkılmış gibi hissetmedi ; ölüme mahkum değildi, yeniden kendini gerçekleştirmeye hevesliydi. Ne var ki bir daha hiç uyanmadı. Kalp durması.. Artık yoktu.. Varlığından azat edilmişti, bir hiçliğe giriyordu ve bunun farkında bile değildi. Tıpkı en başından beri korktuğu gibi…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder