17. yüzyılda de Bruyn, limanın İzmir için nasıl bir önem taşıdığını belirtir : "İzmir bütün Levant için birinci derecede bir ticaret şehridir. Ticaret gemileri buraya, limana yanaşınca mallarını sandallar ve kayıklarla sahile boşaltırlar ve aynı şekilde gemilere mallar yüklenir. Bu gelen gemilerle Avrupa'da ne olup bittiği hakkında daima yeni bilgiler gelir."
İngiliz ve Fransız konsoloslarının evlerinden sonra, şehrin merkezine doğru gümrük binası vardı. Gelen gemilerin getirdikleri yüklerin vergisini ödedikleri bu gümrük çok büyüktü. Türk kadırga ve sandalları için de bir iskele vardı. Buraya Kadırga Limanı denirdi. Burası küçük körfezin bir kısmıydı ve yanında bir eski kale vardı. Bu kale küçük limanı ve bu iskeleyi kapardı ve yabancı gemiler buraya giremezlerdi. Bu limana ait de küçük bir gümrük vardı..
İzmir'e kervanlarla doğudan sevk edilen mallar arasında en çok satılan ; özellikle İran'dan, Ankara üzerinden, Ermenilerin getirttiği ipekti. Yılda 2.000 balya yük ipek İzmir'e girerdi. Halep'ten İzmir'e ipek ve pamuk getiren Ermeni tüccarlar vergiden muaftı. İzmir'e sevk edilen diğer önemli mallar ; pamuklu kumaş, beyaz ve mavi pamuklular, örtüler, kordonlar ve her çeşit maroken veya meşin, mahmude bitkisi ve zamkıyla afyon idi...
Kervanlar İzmir'e Şubat, Haziran ve Ekim aylarında varırlar ve aynı aylarda şehirden ayrılırlardı. Ermeniler mallarını daha çok Fransızlara satarlardı. Çünkü Fransızlar aldıkları mal için nakit para öderlerdi. İngilizler ve Hollandalılar ise aldıkları mal karşılığında yarısını para, yarısını kumaş olarak öderlerdi. Fransız tüccarlar İzmir'e ecza, ilaç, indigo, Fransız kumaşları, Floransa satenleri getirir satarlardı. İzmir'den Ankara'ya çini ve seramik götürür, ticaretini yaparlardı. İzmir'den ayrıca pamuk ve afyon alırlardı...
İzmir'in çevresindeki ova çok verimliydi. De Bruyn, "şehrin her yanında dünyanın en güzel bahçeleri" nin olduğunu yazar. Tarım yapılan ova ve bahçelerin yanında, şehrin çevresi bağlar, zeytinlikler ve çeşitli farklı bitkilerle doluydu. Bu dönemde İzmir'in şarabı çok ünlü olup, Akdeniz'deki en iyi şaraplar arasındaydı. Zeytinyağı da çok iyi idi. Gemelli Careri," meyveler fevkalade iyi ve lezzetli olup, boldur. Özellikle nar çok bol olup Napoli'dekilerden üstündür ve çuvallar dolusu olarak İstanbul'a sevk edilir. Ayrıca burada mahmude otu, afyon ve mazı bulunur." diye yazar...
De Bruyn, "keklik çok bol ve ucuz olup köylüler her gün çarşıya getirirler, satarlar.. Koyun ve dana eti de çok ucuzdur, aynı fiyata piliç de alınır.." der..
De Mont İzmir'de 1688 depremini anlatır : "Üç yıl önce olan depremde bin ev yıkılmış ve üç bin kişi kaybolmuş, enkaz altında kalmıştı. Devam eden deprem sırasında şiddetli kasırga da yangına neden olmuş, yangın iki gün sürmüştü. Limandaki gemilerde bulunan denizciler, kalıntılar altından beş yüz kişiyi kurtarmış, ve hepsi de yaralı olan kazazedeler gemilere getirilip güvertede yatırılmışlardı. Geri kalan şehir sakinleri yeni evler yapılıncaya kadar sazdan evler yaptılar. En çok zarar gören bölge Fransız bölgesiydi. Bir günde, yıllarca kazanmış olduklarını kaybettiler. Fransız konsolos M. Fabre da kaybolanlar arasındaydı.."
1689 yılında deprem ve yangından sonra birden veba ortaya çıkmış ve yayılmıştı. 1690'da İzmir'e gelen Cezayir ve Tunus gemilerinin tayfaları karışıklıklar çıkararak şehre büyük zarar vermişlerdi...
Deprem ve yöresel salgın hastalıklar açısından daha az tehlike arz eden Bornova (Bournabat) ve Buca (Boudja) gibi sevimli sayfiye yerlerini ilk keşfedenler İngilizlerdir...
Yazları kenti terk eden bugünkü İzmir sakinleri, R.P.de Dreux'nun yaptığı şu uyarıya şaşırmayacaklardır : "Gayet hoş bir ülke ama, yazın öylesine sıcak oluyor ki, eğer Tanrı her gün İmbat denen ve en şiddetli sıcağı bile azaltan o hafif rüzgarı estirip adeta bir mucize gerçekleştirmese, burada yaşamak güç olurdu.."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder