2.Abdülhamid'in İngiliz Siyaseti
“Padişah
Abdülhamid sayesinde Batı âlemi, bilhassa Dışişleri teşkilatları; Halifeye,
İslâm âleminin Papası gözüyle bakıyorlardı. Onun bu sıfatla kullanabileceği
nüfuzdan çekiniyorlar, hattâ korkuyorlardı.”(5)
Televizyonu veya gazeteyi açtığımızda sürekli benzer ülke isimleriyle karşılaşmaktayız.
Bugünlerde Afganistan ve Irak, dün İran ve Mısır, kargaşanın hiç bitmediği Filistin
ve diğerleri....
Yüzlerce ortak yönü olan bu devletler nasıl oldu da böyle bölük pörçük hale geldi?
Şüphesiz bu feci manzara, birilerinin yüzyıllar öncesinden plânladığı sinsi oyunların
eseriydi. Ama şu da bir gerçek ki, ardı arkası kesilmeyen bu entrikalara karşı,
fedakâr bir devlet, bütün sıkıntılara göğüs germesini bilmiş, bu geniş coğrafyayı
ve insanlarını huzur ve adaletle yönetmişti.
Çok geniş bir coğrafyadaki ülkeleri bir Selâm–ı Şâhâne ile yöneten Osmanlı ile
onun gücünü kırmaya çalışanların bu çetin mücadelesini anlamak için, tarihte küçük
bir pencere açmak istiyoruz. İngilizlerin Mısır politikası ile başlayan bir pencere...
Bugünlerde Afganistan ve Irak, dün İran ve Mısır, kargaşanın hiç bitmediği Filistin
ve diğerleri....
Yüzlerce ortak yönü olan bu devletler nasıl oldu da böyle bölük pörçük hale geldi?
Şüphesiz bu feci manzara, birilerinin yüzyıllar öncesinden plânladığı sinsi oyunların
eseriydi. Ama şu da bir gerçek ki, ardı arkası kesilmeyen bu entrikalara karşı,
fedakâr bir devlet, bütün sıkıntılara göğüs germesini bilmiş, bu geniş coğrafyayı
ve insanlarını huzur ve adaletle yönetmişti.
Çok geniş bir coğrafyadaki ülkeleri bir Selâm–ı Şâhâne ile yöneten Osmanlı ile
onun gücünü kırmaya çalışanların bu çetin mücadelesini anlamak için, tarihte küçük
bir pencere açmak istiyoruz. İngilizlerin Mısır politikası ile başlayan bir pencere...
19.
yy’ın sonlarında İngiltere’de yapılan seçimlerde Osmanlı Devleti’nin toprak
bütünlülüğünün korunmasından yana olan Muhafazakâr Parti iktidardan düşmüş,
Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını arzulayan, Gladstone’un başkanlığını yürüttüğü
Liberal Parti başa geçmiştir. İngilizlerin genel politikası olan Hindistan yollarını
koruma maksadıyla, başta Mısır olmak üzere, bütün Ortadoğu’yu hakimiyetine almak
isteyen Gladstone; “Türkler Avrupa’yı bütün silâh ve ağırlıkları ile birlikte
terketmeden Şark Meselesi halledilemez” diyordu.(1) Osmanlı Devleti’ne karşı
Ermeniler'i alabildiğine kışkırtan Gladstone’un İngiliz Müstemleke Nazırı iken
Lordlar Kamara’sında söyledikleri ise, İngilizlerin üzerimizdeki ince hesaplarını
açıkca ortaya koymaktadır. O gün Gladstone eline Kur'ân–ı Kerim'i alarak kabinedekilere
göstermiş ve; “Eğer bu kitabı Türklerin elinden alamazsak onları asla yenemeyiz.”
demiştir.
yy’ın sonlarında İngiltere’de yapılan seçimlerde Osmanlı Devleti’nin toprak
bütünlülüğünün korunmasından yana olan Muhafazakâr Parti iktidardan düşmüş,
Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını arzulayan, Gladstone’un başkanlığını yürüttüğü
Liberal Parti başa geçmiştir. İngilizlerin genel politikası olan Hindistan yollarını
koruma maksadıyla, başta Mısır olmak üzere, bütün Ortadoğu’yu hakimiyetine almak
isteyen Gladstone; “Türkler Avrupa’yı bütün silâh ve ağırlıkları ile birlikte
terketmeden Şark Meselesi halledilemez” diyordu.(1) Osmanlı Devleti’ne karşı
Ermeniler'i alabildiğine kışkırtan Gladstone’un İngiliz Müstemleke Nazırı iken
Lordlar Kamara’sında söyledikleri ise, İngilizlerin üzerimizdeki ince hesaplarını
açıkca ortaya koymaktadır. O gün Gladstone eline Kur'ân–ı Kerim'i alarak kabinedekilere
göstermiş ve; “Eğer bu kitabı Türklerin elinden alamazsak onları asla yenemeyiz.”
demiştir.
1807’de Mısır’a yerleşme gayretleri neticesiz kalan İngiltere, M. Ali Paşa’nın
1830'lu yıllarda yeni bir devlet kurmasına engel olmuştu. Süveyş Kanalı’nı açma
çalışmaları Hindistan yollarının güvenliği noktasında İngiltere’yi iyice telaşlandırmış,
bunun üzerine İngiltere buranın hakimiyetini ele geçirmek için ince bir siyaset
gütmüştü. Olayı E. M. Earle şöyle anlatıyor:
çalışmaları Hindistan yollarının güvenliği noktasında İngiltere’yi iyice telaşlandırmış,
bunun üzerine İngiltere buranın hakimiyetini ele geçirmek için ince bir siyaset
gütmüştü. Olayı E. M. Earle şöyle anlatıyor:
“Önce Mısır’ı İngiliz kapitalistleri borç vererek aşırı bir mâlî yük altına
sokmuşlardı. Sonra İngiliz işadamları ve kapitalistler, borçlarının meydana
getirdiği korku ve eziklikten istifade ederek bir sürü imtiyaz koparıp, ülkeye
yerleşmeye başlamışlardı. Sonunda öyle bir gün gelmişti ki, Mısır mâliyesi İngiliz
ve Fransızlar'ın sözünden çıkmaz olmuş, Avrupalı diplomatların verdiği akıl,
Hidiv’in emirlerinden daha geçerli hale gelmişti. Ayrıca el altından, askerî
feth ve işgale mazeret teşkil edecek, karışıklık, ayaklanma ihtimalleri bulunduruluyordu.”
(2)
getirdiği korku ve eziklikten istifade ederek bir sürü imtiyaz koparıp, ülkeye
yerleşmeye başlamışlardı. Sonunda öyle bir gün gelmişti ki, Mısır mâliyesi İngiliz
ve Fransızlar'ın sözünden çıkmaz olmuş, Avrupalı diplomatların verdiği akıl,
Hidiv’in emirlerinden daha geçerli hale gelmişti. Ayrıca el altından, askerî
feth ve işgale mazeret teşkil edecek, karışıklık, ayaklanma ihtimalleri bulunduruluyordu.”
(2)
Hidiv İsmail Paşa’nın Süveyş Kanalı tahvillerini 1875’de İngiltere’ye 100 milyona
satması, 1876’da vadesi dolan borçları ödemeye ancak yetmiştir. 1877’de ödemesi
gereken borçları üç ay ertelediğini söylediğinde alacaklı devletler faizlerin
ödenmesi için bir iflas sandığı kurdular.
Tasarrufa giden Hidiv, ordudan 2.500 Mısırlı subayın işine son verdi. Bunun
üzerine ayaklanmalar çıktı. Arabi Paşa'nın; “Mısır Mısırlılarındır.” sloganı
ile başlattığı yabancı aleyhtarlığı sonucu Avrupalı memurların azli başladı.
Bunu fırsat bilen İngiliz ve Fransız donanmaları İskenderiye’ye geldiler. İstanbul
Hükümeti; meselenin müzakere yoluyla çözülmesini istediyse de Mısır’ı almayı
kafasına koymuş olan İngiltere, Fransa’nın Tunus’u, İtalya’nın da Trablusgarb’ı
işgal düşüncesinden güç alarak 11 Temmuz 1882’de Mısır’ı işgal etti. Bu işgal
İngiliz–Osmanlı siyasî ilişkilerini derinden etkileyecekti.
satması, 1876’da vadesi dolan borçları ödemeye ancak yetmiştir. 1877’de ödemesi
gereken borçları üç ay ertelediğini söylediğinde alacaklı devletler faizlerin
ödenmesi için bir iflas sandığı kurdular.
Tasarrufa giden Hidiv, ordudan 2.500 Mısırlı subayın işine son verdi. Bunun
üzerine ayaklanmalar çıktı. Arabi Paşa'nın; “Mısır Mısırlılarındır.” sloganı
ile başlattığı yabancı aleyhtarlığı sonucu Avrupalı memurların azli başladı.
Bunu fırsat bilen İngiliz ve Fransız donanmaları İskenderiye’ye geldiler. İstanbul
Hükümeti; meselenin müzakere yoluyla çözülmesini istediyse de Mısır’ı almayı
kafasına koymuş olan İngiltere, Fransa’nın Tunus’u, İtalya’nın da Trablusgarb’ı
işgal düşüncesinden güç alarak 11 Temmuz 1882’de Mısır’ı işgal etti. Bu işgal
İngiliz–Osmanlı siyasî ilişkilerini derinden etkileyecekti.
II.
Abdülhamid konuyla alâkalı olarak İngiliz dostu Wambery’ ye şöyle söylüyordu:
“Mısır hadisesi dururken ve iyi ilişkilere girmek istediğim hükümet bu davranışı
ile bütün İslâm dünyasında ve halkımın önünde benim gururumu kırmış iken nasıl
yaparım? Ben bu şekilde aşağılanmayı kabul edemem, etmeyeceğim de! Bildiğiniz
gibi bir anlaşmaya varabilmek için öylesine çalıştık, fakat İngilizlerin şartları
ülkemin geleceği için tehlikeli ve benim İslam Halifesi ve Osmanlıların İmparatoru
olarak prestijimi o derece zedeleyici idi ki, bu şartları hiçbir şekilde tasdik
edemezdim. Her iki tarafın da bazı hataları olduğunu kabul ediyorum. İngiltere'nin
sömürgeci çıkarlarının Süveyş Kanalı'ndan serbest geçişi gerektirdiğini de biliyorum.
Ama bu hükümranlık haklarım benden alınmadıkça ve devletimin menfaati, hakları
emniyet altına alınmadıkca kanunen hâkimiyetimde olan bir mülkün geçici de olsa
yabancı işgaline terk edilmesine izin veremem.” (3)
Osmanlı Hükümeti'nin Mısır’ın boşaltılması için İngiltere’ye verdiği notalar
İngilizler'in geçiştirme ve diplomasi oyunları sebebiyle neticesiz kaldı. Fakat
II. Abdülhamid’in keskin zekâsı ve ileri görüşlülüğü İngiltere’yi ne Mısır’da,
ne de diğer sömürgelerinde rahat bırakmayacaktı.
“İngilizler'in bu faaliyetine mâni olmak isteyen padişah, Mısır’da ve Sudan’da
propaganda yaptırmak için büyük paralar sarfediyordu. Ayrıca da Sina Yarımadası'nda
ve İran Körfezi'nde bulunan Osmanlı Garnizonlarını takviye ediyordu. Elhasıl
Abdülhamid bir kısmı tehlikeli, bir kısmı asab bozucu olmak üzere ne yapabiliyorsa,
hepsini Büyük Biritanya aleyhine kullanmaktan çekinmiyordu.” (4)
Abdülhamid konuyla alâkalı olarak İngiliz dostu Wambery’ ye şöyle söylüyordu:
“Mısır hadisesi dururken ve iyi ilişkilere girmek istediğim hükümet bu davranışı
ile bütün İslâm dünyasında ve halkımın önünde benim gururumu kırmış iken nasıl
yaparım? Ben bu şekilde aşağılanmayı kabul edemem, etmeyeceğim de! Bildiğiniz
gibi bir anlaşmaya varabilmek için öylesine çalıştık, fakat İngilizlerin şartları
ülkemin geleceği için tehlikeli ve benim İslam Halifesi ve Osmanlıların İmparatoru
olarak prestijimi o derece zedeleyici idi ki, bu şartları hiçbir şekilde tasdik
edemezdim. Her iki tarafın da bazı hataları olduğunu kabul ediyorum. İngiltere'nin
sömürgeci çıkarlarının Süveyş Kanalı'ndan serbest geçişi gerektirdiğini de biliyorum.
Ama bu hükümranlık haklarım benden alınmadıkça ve devletimin menfaati, hakları
emniyet altına alınmadıkca kanunen hâkimiyetimde olan bir mülkün geçici de olsa
yabancı işgaline terk edilmesine izin veremem.” (3)
Osmanlı Hükümeti'nin Mısır’ın boşaltılması için İngiltere’ye verdiği notalar
İngilizler'in geçiştirme ve diplomasi oyunları sebebiyle neticesiz kaldı. Fakat
II. Abdülhamid’in keskin zekâsı ve ileri görüşlülüğü İngiltere’yi ne Mısır’da,
ne de diğer sömürgelerinde rahat bırakmayacaktı.
“İngilizler'in bu faaliyetine mâni olmak isteyen padişah, Mısır’da ve Sudan’da
propaganda yaptırmak için büyük paralar sarfediyordu. Ayrıca da Sina Yarımadası'nda
ve İran Körfezi'nde bulunan Osmanlı Garnizonlarını takviye ediyordu. Elhasıl
Abdülhamid bir kısmı tehlikeli, bir kısmı asab bozucu olmak üzere ne yapabiliyorsa,
hepsini Büyük Biritanya aleyhine kullanmaktan çekinmiyordu.” (4)
“Padişah
Abdülhamid sayesinde Batı âlemi, bilhassa Dışişleri teşkilatları; Halifeye,
İslâm âleminin Papası gözüyle bakıyorlardı. Onun bu sıfatla kullanabileceği
nüfuzdan çekiniyorlar, hattâ korkuyorlardı.”(5)
“Sultan II. Abdülhamid sadece kendi devletinde değil, bütün dünyada da en büyük
birliktelik ortak paydası, İslâm’ı uyandırmak için var kuvvetiyle çalışmaktadır.
Afganistan’daki ayaklanmaları ve karışıklıkları bir kenara bırakalım,1881 yılı
Ağustos ve Eylül aylarında Tunus’daki ihtilâl, aynı tarihte Güney Cezayir’de
patlayan isyan, Mısır’daki millî ayaklanma hep onun eseridir.” (6)
birliktelik ortak paydası, İslâm’ı uyandırmak için var kuvvetiyle çalışmaktadır.
Afganistan’daki ayaklanmaları ve karışıklıkları bir kenara bırakalım,1881 yılı
Ağustos ve Eylül aylarında Tunus’daki ihtilâl, aynı tarihte Güney Cezayir’de
patlayan isyan, Mısır’daki millî ayaklanma hep onun eseridir.” (6)
Tarih tekerrür etmeye devam ediyordu. Dün Rusya, bugün ABD Afganistan’a nasıl
girdiyse, o günlerde de İngiltere Afganistan’ın işgaline başlamıştı. Fakat o
dönemde hassas dengeleri çok iyi takip eden, duyarlı ve tesirli bir padişah
onların oyunlarını bozacaktı. II. Abdülhamid bu bölgelerde Osmanlı nüfuzunu
kuvvetlendirme ve yabancıların tesirlerini kırma maksadıyla Şirvanizade Ahmet
Hulusi’yi Afganistan’a, Ferik Paşa’yıda Çin’e gönderdi.
girdiyse, o günlerde de İngiltere Afganistan’ın işgaline başlamıştı. Fakat o
dönemde hassas dengeleri çok iyi takip eden, duyarlı ve tesirli bir padişah
onların oyunlarını bozacaktı. II. Abdülhamid bu bölgelerde Osmanlı nüfuzunu
kuvvetlendirme ve yabancıların tesirlerini kırma maksadıyla Şirvanizade Ahmet
Hulusi’yi Afganistan’a, Ferik Paşa’yıda Çin’e gönderdi.
Hacca giden Müslümanlar'ın arasına karışan II. Abdülhamid’in adamları, bu halkı
Müslüman olan ve sömürgeleştirilmeye çalışılan ülkelere sızıyor ve insanları
şuurlandırıyorlardı. Bu konuda İngiliz casusu Wambery, Budapeşte’den Sir Thomas’ı
şöyle uyarıyordu;
“Hindistan Hükümeti, Mekke’den Asya’ya dönen Hind, Afgan ve Orta Asyalı hacılar
arasına sızmış padişahın ajanlarına dikkat etmeli, onları göz altında tutmalıdır.
Bunlar halifenin bizzat kendisi tarafından görevlendirilmiş olup, bütün talimatları
padişahın mabeyincilerinden almışlardır. Abdülhamid’in Pan–İslâm siyasetinin
bütün İslâm dünyasının en ücra köşesine kadar nasıl nüfuz ettiğini görmenin
beni oldukca şaşırttığını itiraf etmeliyim. Kuzey Afrika’da Şeyh Sunusi, Afganistan’da
Kabil Başmollası, Orta Asya’da Buhara Kadısı ve Hindistan, Cava ve Çin dinî
liderleri padişahın emrindedirler. İslâm Birliği fikrinin hiçbir zaman Abdülhamid’in
saltanatındaki kadar güçlü olmadığını söylemekle şüphesiz ki mübalâğa etmiş
olmam. İslâm Birliği'nin henüz oluşma safhasında olduğu tabiidir. Ne varki Mekke’deki
merkezî otoritesi ile padişahın –eğer plânlarının uygulanmasına izin verilirse–
şaşırtıcı neticeler alması mümkündür.” (7)
Osmanlı Devleti’nin hasta adam olarak görüldüğü bu kritik dönemde, denge politikasını
en iyi oynayan kişi olan II. Abdülhamid, halifelik müessesesinden nasıl istifade
ettiğini kendi ifadeleriyle şöyle anlatmaktadır;
Müslüman olan ve sömürgeleştirilmeye çalışılan ülkelere sızıyor ve insanları
şuurlandırıyorlardı. Bu konuda İngiliz casusu Wambery, Budapeşte’den Sir Thomas’ı
şöyle uyarıyordu;
“Hindistan Hükümeti, Mekke’den Asya’ya dönen Hind, Afgan ve Orta Asyalı hacılar
arasına sızmış padişahın ajanlarına dikkat etmeli, onları göz altında tutmalıdır.
Bunlar halifenin bizzat kendisi tarafından görevlendirilmiş olup, bütün talimatları
padişahın mabeyincilerinden almışlardır. Abdülhamid’in Pan–İslâm siyasetinin
bütün İslâm dünyasının en ücra köşesine kadar nasıl nüfuz ettiğini görmenin
beni oldukca şaşırttığını itiraf etmeliyim. Kuzey Afrika’da Şeyh Sunusi, Afganistan’da
Kabil Başmollası, Orta Asya’da Buhara Kadısı ve Hindistan, Cava ve Çin dinî
liderleri padişahın emrindedirler. İslâm Birliği fikrinin hiçbir zaman Abdülhamid’in
saltanatındaki kadar güçlü olmadığını söylemekle şüphesiz ki mübalâğa etmiş
olmam. İslâm Birliği'nin henüz oluşma safhasında olduğu tabiidir. Ne varki Mekke’deki
merkezî otoritesi ile padişahın –eğer plânlarının uygulanmasına izin verilirse–
şaşırtıcı neticeler alması mümkündür.” (7)
Osmanlı Devleti’nin hasta adam olarak görüldüğü bu kritik dönemde, denge politikasını
en iyi oynayan kişi olan II. Abdülhamid, halifelik müessesesinden nasıl istifade
ettiğini kendi ifadeleriyle şöyle anlatmaktadır;
“İngilizler Asya’da yüzelli milyon Müslüman'ı idareleri altında tutuyorlardı.
Bu müslümanlar üzerinde hilafetin büyük nüfuzu vardı. Bunları bildiğim için,
İngilizler'i kuşkulandırmadan, her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler, dervişler
gönderip Asya’daki Müslümanlar'ı hilafete mânen bağlamaya hususî itina gösteriyordum.
Buharalı Şeyh Süleyman Efendi’nin Rusya’daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri
bilhassa şükranla yâdederim. Bunun İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını
gördüm. Hindistan’daki umumî valileri, oradaki Müslümanlar'ın Osmanlı Devletiyle
yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine, Osmanlılarla iyi geçinmelerini
yazıyorlar ve böylece bizim işlerimiz bir nebze kolaylaşmış oluyordu.” (8)
II. Abdülhamid’in bu politikasını kırmak isteyen İngilizler, Osmanlı halifesinin
tesirini azaltmak için İslâm dünyası içinden başka bir halife seçtirme gayretlerine
girdiler. Bu maksatla halkın arasına saldıkları, din adamı görünümlü ajanları
ile yeni halife söylentileri yaymaya çalıştılar. Ayrıca Arapların ırkçılık damarlarını
körükleyerek de bu parçalamayı hızlandırmayı sürdürdüler.
İngilizlerin
bu sinsi faaliyetlerini sezen Sultan, Arap vilayetlerine özel statüler veriyor,
Arap liderlerini taltif ediyordu. Bu topraklara yönelik yaptığı en mühim faaliyet
ise hiç şüphesiz Hicaz Demiryolları Projesi'ydi. Bu proje tamamen bir Osmanlı
teşebbüsü olup, Osmanlı mühendis ve teknisyenleri tarafından gerçekleştirilmiş,
masrafların tamamı ise İslâm dünyasından toplanan yardımlardan karşılanmıştı.
Hindistan, İran, Tunus, Cezayir, Fas, Türkistan, Sumatra, Java ve Malezya Müslümanları
açılan yardım kampanyalarına katılmışlar, bilhassa Afganistan Sultanı Amir Han
en büyük yardımı yapan şahıs olmuştu.
Bu müslümanlar üzerinde hilafetin büyük nüfuzu vardı. Bunları bildiğim için,
İngilizler'i kuşkulandırmadan, her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler, dervişler
gönderip Asya’daki Müslümanlar'ı hilafete mânen bağlamaya hususî itina gösteriyordum.
Buharalı Şeyh Süleyman Efendi’nin Rusya’daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri
bilhassa şükranla yâdederim. Bunun İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını
gördüm. Hindistan’daki umumî valileri, oradaki Müslümanlar'ın Osmanlı Devletiyle
yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine, Osmanlılarla iyi geçinmelerini
yazıyorlar ve böylece bizim işlerimiz bir nebze kolaylaşmış oluyordu.” (8)
II. Abdülhamid’in bu politikasını kırmak isteyen İngilizler, Osmanlı halifesinin
tesirini azaltmak için İslâm dünyası içinden başka bir halife seçtirme gayretlerine
girdiler. Bu maksatla halkın arasına saldıkları, din adamı görünümlü ajanları
ile yeni halife söylentileri yaymaya çalıştılar. Ayrıca Arapların ırkçılık damarlarını
körükleyerek de bu parçalamayı hızlandırmayı sürdürdüler.
İngilizlerin
bu sinsi faaliyetlerini sezen Sultan, Arap vilayetlerine özel statüler veriyor,
Arap liderlerini taltif ediyordu. Bu topraklara yönelik yaptığı en mühim faaliyet
ise hiç şüphesiz Hicaz Demiryolları Projesi'ydi. Bu proje tamamen bir Osmanlı
teşebbüsü olup, Osmanlı mühendis ve teknisyenleri tarafından gerçekleştirilmiş,
masrafların tamamı ise İslâm dünyasından toplanan yardımlardan karşılanmıştı.
Hindistan, İran, Tunus, Cezayir, Fas, Türkistan, Sumatra, Java ve Malezya Müslümanları
açılan yardım kampanyalarına katılmışlar, bilhassa Afganistan Sultanı Amir Han
en büyük yardımı yapan şahıs olmuştu.
Hicaz Demiryolu Projesi'yle bu topraklarda Osmanlı nüfuzunun artacağı endişesine
kapılan İngiltere, Osmanlı Devleti’nin açtığı demiryoluna yardım kampanyalarını
engellemeye çalışmıştır. Bu baltalama hareketlerini Rüştü Paşa şöyle anlatır;
“Bu hat başladığı zaman İngilizler bizde, bu hattı inşa edebilecek kâbiliyeti
göremeyerek, Hindistan’da ve Mısır’da yayınlanan gazeteleriyle Türklerin yardım
bahanesiyle Müslümanları soymak için yeni bir tertipte bulunduklarını, Türklerde
bu iktidarın olmadığını ve beyhude yere aldanıp para vermemelerini ilândan çekinmemişlerdir.”
(9)
II. Abdülhamid’in denge siyaseti neticesinde, Osmanlı üzerinde paylaşma plânları
kuran devletler, uzun yıllar bu emellerine ulaşamayacaklardı. Sadrazam Ferid
Paşa bu politikayı şu sözlerle anlatır;
“Medenî adam dostunu düşmanını tefrik etmemeli, her ikisine de aynı muameleyi
yapmalı. Zira düşmanlarına açıkca husumet göstermek akıl kârı değildir. Dostlara
da fazla güvenmek ahmaklıktan ileri gitmez, biz daima İngiltere’nin dostu gözükeceğiz.
Fakat onun hislerini, fikirlerini, siyasetini de bileceğiz.” (10)
Padişahın bu siyasetinin yabancılar da farkındaydı. Wambery bu politikayı şöyle
anlatmaktadır;
kapılan İngiltere, Osmanlı Devleti’nin açtığı demiryoluna yardım kampanyalarını
engellemeye çalışmıştır. Bu baltalama hareketlerini Rüştü Paşa şöyle anlatır;
“Bu hat başladığı zaman İngilizler bizde, bu hattı inşa edebilecek kâbiliyeti
göremeyerek, Hindistan’da ve Mısır’da yayınlanan gazeteleriyle Türklerin yardım
bahanesiyle Müslümanları soymak için yeni bir tertipte bulunduklarını, Türklerde
bu iktidarın olmadığını ve beyhude yere aldanıp para vermemelerini ilândan çekinmemişlerdir.”
(9)
II. Abdülhamid’in denge siyaseti neticesinde, Osmanlı üzerinde paylaşma plânları
kuran devletler, uzun yıllar bu emellerine ulaşamayacaklardı. Sadrazam Ferid
Paşa bu politikayı şu sözlerle anlatır;
“Medenî adam dostunu düşmanını tefrik etmemeli, her ikisine de aynı muameleyi
yapmalı. Zira düşmanlarına açıkca husumet göstermek akıl kârı değildir. Dostlara
da fazla güvenmek ahmaklıktan ileri gitmez, biz daima İngiltere’nin dostu gözükeceğiz.
Fakat onun hislerini, fikirlerini, siyasetini de bileceğiz.” (10)
Padişahın bu siyasetinin yabancılar da farkındaydı. Wambery bu politikayı şöyle
anlatmaktadır;
“Padişah hâlen kesin tarafsızlık ilkesini sürdürmektedir. Herhangi bir Avrupa
gücüne yaklaşıp, diğerlerinin düşmanlığını kazanmaktan çekinmektedir. Bu siyaseti
doğrultusunda bütün elçiliklere mavi boncuk dağıtmakta, fakat hiçbir zaman onları
hayalî darbelerle tehdid etmeyi de ihmal etmemektedir.” (11)
gücüne yaklaşıp, diğerlerinin düşmanlığını kazanmaktan çekinmektedir. Bu siyaseti
doğrultusunda bütün elçiliklere mavi boncuk dağıtmakta, fakat hiçbir zaman onları
hayalî darbelerle tehdid etmeyi de ihmal etmemektedir.” (11)
Çileli padişah 33 yıllık mücadelesinin sonunda iktidardan uzaklaştırılmış,
bugün gözümüzün önünde uzanan bu bölük pörçük manzarayı oluşturmak için en önemli
engellerden biri daha kaldırılmış ve devlet ehliyetsiz ellere kalmıştı. Devletin
o dönemdeki hassas konumunu ve kurtarma çarelerini göremeyen basiretsiz idareler,
onu yavaş yavaş yıkıma götürecekti. Ayrıca II. Abdülhamid’in kurmak için büyük
çabalar harcadığı Pan–İslâmizm de ilgisizlikle ihmale uğrayacak, ortada kalan
Müslüman topluluklar, bir bir yabancıların oltalarına takılıp, onların emellerine
âdeta teslim olacaklardı.
bugün gözümüzün önünde uzanan bu bölük pörçük manzarayı oluşturmak için en önemli
engellerden biri daha kaldırılmış ve devlet ehliyetsiz ellere kalmıştı. Devletin
o dönemdeki hassas konumunu ve kurtarma çarelerini göremeyen basiretsiz idareler,
onu yavaş yavaş yıkıma götürecekti. Ayrıca II. Abdülhamid’in kurmak için büyük
çabalar harcadığı Pan–İslâmizm de ilgisizlikle ihmale uğrayacak, ortada kalan
Müslüman topluluklar, bir bir yabancıların oltalarına takılıp, onların emellerine
âdeta teslim olacaklardı.
Bugün her ne kadar O’nun hakkında bazı yanlış kanaatler varsa da, büyük hizmetlerini
görüp takdir edenler hiç de az değildir. Hattâ kimi yabancılar onun bu gayretlerinin,
Yeni Türk Devleti’nin tohumları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yazımızı, Türkiye’de
donanmayı ıslahla görevli İngiliz Amirali Sir Henry F. Woods’un hatıralarından
bir alıntıyla bitiriyorum.
“Abdülhamid olmasaydı, ne bu satırların yazıldığı şu anda bu kadar geniş ve
bağımsız bir Osmanlı Devleti, ne de ileride tarihçiler ve diğer devletler tarafından
tanınacağına şüphe etmediğim Ankara Hükümeti bulunacaktı.”(12)
görüp takdir edenler hiç de az değildir. Hattâ kimi yabancılar onun bu gayretlerinin,
Yeni Türk Devleti’nin tohumları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yazımızı, Türkiye’de
donanmayı ıslahla görevli İngiliz Amirali Sir Henry F. Woods’un hatıralarından
bir alıntıyla bitiriyorum.
“Abdülhamid olmasaydı, ne bu satırların yazıldığı şu anda bu kadar geniş ve
bağımsız bir Osmanlı Devleti, ne de ileride tarihçiler ve diğer devletler tarafından
tanınacağına şüphe etmediğim Ankara Hükümeti bulunacaktı.”(12)
Dipnotlar
(1) Joan Hasliph, Bilinmeyen Taraflarıyla Abdülhamid, Çev: N. Kuruoğlu, İstanbul,
s.101.
(2) Edvard Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, Çev: K. Yargıcı, Milliyet Yay.,
İstanbul, 1972, s.224.
(3) Dr. Mim Kemal Öke, İngiliz Casusu, Prof.Arminius
(4) Hasliph, s.198.
(5) Charles Sherril, Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal, Tercüman 1001 Temel Eser,
İstanbul, 1978, s.187.
(6) A. Debidour, Avrupa’nın Diplamatik Tarihi, c:2, İstanbul, 1961, s.542.
(7) Öke, s.109
(8) İ.Bozdağ, II. Abdülhamid'in Hatıra Defteri,Kervan Yay. İstanbul, 1975, s.75
(9) Rüştü Paşa, Akabe Meselesi, İstanbul, 1326, s.134
(10) S.Nafiz Tansu, Madalyonun Tersi, Gür Kitabevi, İstanbul, 1970, s.9
(11) Öke, s.85
(12) Henry F. Woods, Türkiye Anıları Çev: F. Çoker, Milliyet Yay., İstanbul
1976, s.116.
s.101.
(2) Edvard Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, Çev: K. Yargıcı, Milliyet Yay.,
İstanbul, 1972, s.224.
(3) Dr. Mim Kemal Öke, İngiliz Casusu, Prof.Arminius
(4) Hasliph, s.198.
(5) Charles Sherril, Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal, Tercüman 1001 Temel Eser,
İstanbul, 1978, s.187.
(6) A. Debidour, Avrupa’nın Diplamatik Tarihi, c:2, İstanbul, 1961, s.542.
(7) Öke, s.109
(8) İ.Bozdağ, II. Abdülhamid'in Hatıra Defteri,Kervan Yay. İstanbul, 1975, s.75
(9) Rüştü Paşa, Akabe Meselesi, İstanbul, 1326, s.134
(10) S.Nafiz Tansu, Madalyonun Tersi, Gür Kitabevi, İstanbul, 1970, s.9
(11) Öke, s.85
(12) Henry F. Woods, Türkiye Anıları Çev: F. Çoker, Milliyet Yay., İstanbul
1976, s.116.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder