14 Şubat 2013 Perşembe

329 ) LOZAN ÇIKMAZINDA !..

    

   Karar adamı kimdir ?.. Karar adamı elbette ki, kritik anlarda, tehlikeli geçitlerde ve dönüm noktalarında, arkasından gelenlere karşı, sorumluluk kabul eden ve karar verebilen adamdır. İşte 4 Şubat 1922'de Lozan Konferansının en kritik gününde İsmet Paşa bu durumdaydı. Onun, o gün orada yaşadığı çile pek anlatılmamıştır. Ama bu sahneye yakından tanık olan, hem de yetkili bir yabancı var ki, bir eserinde, İsmet Paşa'nın bu çilesini, bize bütün trajedisi ile yansıttı. Bu yabancı, Lord Curzon'un daima yanında bulunan Sekreteri Harold Nicolson'dır. "By Lord Curzon" adlı eserinde bu sahneyi bütün ayrıntılarıyla işler :
"İsmet rahatsız ve canı sıkkın. Oturmakta olduğu koltuğa adeta gömülmüş. Alnı kıpırdıyor. Mendilini sık sık dudaklarına götürüyor. Çok rahatsız ve sinirli..
  Curzon koltuğunda azametle kurulmuş, oturuyor. Ben onun hemen arkasında oturuyorum ve not alıyorum. Bompard ( Fransız delege ) güzel konuşuyor, Garoni ( İtalyan delege ) ise gayet kötü..Sonra Marki (Curzon) söze başlıyor. Emsalsiz denecek kadar güzel konuşuyor : Tatlılık, ümitsizlik, korkutma, otorite... 
- İsmet Paşa, diyor, unutma ki mümkün olandan fazlasını verdim. Ve bütün bunları barış uğruna verdim. Barış,, Barış.. Mr. Bompard'ın da dediği gibi barış sizin elinizdedir. Eğer şu önümüzdeki iki saat içinde barış anlaşmasını imzalamazsak, ondan sonra barış olmayacaktır. Belki de savaş olacaktır İsmet Paşa ! Savaş !..
  Biz artık bekleyemeyiz. Size yalvarıyorum, kabul etmeniz için !. Bizzat kendi mektubunuzda da varmış olduğunuz sonuca göre, size verdiğimiz ödünleri kabul ediniz ve biliniz ki artık ödünlerin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Sonunda !. ( Burada dramatik bir şekilde son kelimesini vurgular)..
  İsmet Paşa ve Rıza Nur bunun üzerine durumu görüşmek için Crowes'un odasına çekildiler. Onlara yolda refakat ettim. Bagajlarla dosyalarımız, götürülmek üzere toplanmıştı. Bir marangoz, dosyaları, Bill Bentinck'in dikkatli gözlemi altında sandıklara doldurup topluyordu. Bu geçit üst kata çıkmakta olan gazeteciler tarafından tıkanmıştı. Bu tıkanıklık arasından ilerledik. İsmet'i Crowes'un odasına götürdüm ve Marki'nin yanına döndüm. Oturma odasında atmosfer kriz kokuyordu. Kendisi sırtını koltuğuna dayamış, neşeli, duruma hakim ama yıpranmış durumda oturuyordu. 
  Saat 6.45'de İsmet dönüyor. Bizim bütün tekliflerimizi kabul ediyor. Fakat ekonomik paragrafı reddediyor. Marki, Bompard'a manalı bir gülümseyişle : 
- Size demedim mi ? diyor. 
  İsmet gene Yunanlıların tamirat meselesinde, karşı bir talepte bulunmalarına izin verilmemesi konusunda ısrar ediyor. Marki bana dönüyor :
- Venizelos'a söyle, diyor..
  Bitişik odaya gidiyor ve Venizelos'a telefon ediyorum. Venizelos kabul ediyor. Toplantıya dönüyorum ve kendimi ihtilalci bir ortamda buluyorum !.. Yunan tazminatını bırakmışlar. Ben de Venizelos'un mesajından bahsetmeksizin sandalyeme külçe gibi oturuyorum. 
  Kapitülasyonlar hakkında görüşüyorlar. Marki tarafından mükemmel bir şekilde desteklenen Bompard ve Garoni, İsmet Paşa'yı tehdit bombardımanına tutuyorlar. Her zamanki gibi, bu kısa boylu insan için merhamet duyuyorum. Marki de öyle duyuyor. Fakat İsmet, daha çok onların silahına sarılmış, metanetle savunma yapıyor. Yalnız bir kez kendini kaybetti :
- Ankara'ya döneceğim ve milletime diyeceğim ki, Lord Curzon'ın başkanlığındaki konferans savaş istiyor !.. 
  Hepsi birden "hayır, hayır !.." diye haykırıyorlar. Çok gergin bir an.. Telefon çalıyor. Karşıda ince bir ses, "Japon delegasyonu" diyor. Telefonu sertçe kapatıp koşarak salona geri dönüyorum. Tam o sırada Lord Curzon da saatine bakmaktadır : 
- İsmet Paşa, memleketinizi kurtarmak için ancak yarım saatiniz var ! , diyor. İsmet Paşa mendilini dudaklarına götürüyor. Kendisini sandalyeye atıyor. Ter içinde kalmış olan alnına, eliyle parmaklarıyla vuruyor. Çaresiz bir halde, "yapamam, yapamam ! " diye mırıldanıyor.. 
  Çok acıklı bir haldedir. İsmet'i seven Marki üzülüyor. Ona tebessüm ederek Fransızca olduğunu sandığım bir takım mırıldanmalarla sevgi gösteriyor. Sonra Bompard'a bakarak :
- Pekala, diyor, ümit yok..
- Ümit yok, ümit yok, diyerek Bompard ve Garoni de onun sözlerini tekrarlıyorlar. Ona katılıyorlar.. 
  Ayağa kalkıp selamlaşıyorlar. Curzon ve ötekiler odadan suratları asık ve kederli çıkıyorlar. Sandıklar ve gazetecilerle dolu koridorda ilerliyorlar. Gazetecilerin arasında Massigli, elinde imzaya hazır barış antlaşmasının son projesi ile duruyor.
  İsmet asansörle iniyor. Ben de onunla indim. Huzurlu bir sessizlik içindedir. Konferans binasını sanki hiç de önemli bir şey olmamış gibi terk ediyor." 

    
  
   Müttefikler hazırladıkları barış antlaşması taslağını 3 Şubatta İsmet Paşa'ya verdiler. Paşa yanıtını ertesi sabah verecekti !.. O gece Paşa'nın dairesinde gece geç saatlere kadar çalışıldı. 4 Şubat sabahı Türklerin yanıtı müttefiklere bildirildi. Öğleden evvel müttefikler kendi aralarında toplandılar. Gazeteciler ; İngiliz heyetinin kaldığı Beau Rivage Oteli ile Türk delegasyonunu kaldığı Lausanne Palace arasında mekik dokuyorlardı. Önce Beau Rivage'dan iyi haberler sızdı. İsmet Paşa davet ediliyor. İsmet Paşa ve delegeler, saat 4'e doğru, silindir şapkaları ellerinde otellerinden iniyorlar. Gazetecileri selamlıyorlar..
  Konferans toplanıyor. Önce hiçbir haber sızmıyor. Bir saat kadar geçiyor ve ortalığa fena söylentiler yayılmaya başlıyor : Müttefikler, Türk tekliflerinin bazı noktalarına itiraz etmişler !.. İşte o zaman İsmet Paşa yan odaya çekiliyor. Yukarıda, Curzon'un Sekreteri tarafından anlatılanlar işte bundan sonra başlıyor..
  Sonuçta, İsmet Paşa'nın son yanıtı belli olur :
" - Türk Milli Hakimiyetine aykırı hiçbir kaydı kabul etmem !.."
  İsmet Paşa ve arkadaşları konferans binasını sakince terk ederler. Lausanne Palace Otelinin sahibi ise iki güzel buket hazırlatmıştır. Buketler otelin kapısında ve Fransa Başdelegesinin hanımı, Madame Bompard'ın elindedir. Bunlar, imzalanacak olan tasarının ve barışın şerefine, İsmet Paşa'ya ve Bompard'a verilecektir. Fakat ne yazık ki, bu çiçekler Madame Bompard'ın elinde kalacaktır. Titiz ve sinirli bir hanım olan Madame'ın kocasının politik işlerini de adeta kendisi çeviriyormuş gibi bir hali vardır...
  Gene bir gün ve Türklerin uyuşmazlığına sinirlendiği bir anda, salonda dinlenen bir Türk grubunun üzerine elindeki şemsiyesiyle yürümüş ve sinirden titreyen sert bir sesle :
" - Ou sont les bons vieux Turcs ? " ( Nerede o eski, iyi Türkler ? ) diye tekrar tekrar haykırmıştı..
  Ama ne çare ki, eski uysal Türkler artık ölmüştür. İstanbul'da yabancı elçilerin, kahyaları aracılığıyla sadrazamlara arzularını ilettikleri, yahut yabancı bankalara borç para için başvuran Türk devlet adamlarının, kapılarda bekletildikleri devirler artık geride kalmıştı..


 
   İsmet Paşa yurda döndüğünde Gazi İzmir'de bulunuyordu.  Orada açılan İktisat Kongresi'nde konuşmalar yapmıştı. Konferansın sonu belli olunca, kongredeki beyanatında durumu şöyle açıkladı :
" - Efendiler !.. Bu memleketi esirler ülkesi yapamayız. Lozan Konferansının son müzakeresi bu nokta ile ilgilidir.  Aylardan beri müzakereler, münakaşalar cereyan etti. Fakat muhataplarımız bizimle üç dört yıllık bir hesabı görmüyorlar. Üç dört yüz yıllık bir hesabı görmeye çalışıyorlar.  Millet kararını vermiştir. Ancak bütün millet ve bütün dünya bilsin ki, en sonunda, ve en sonunda bu millet tam istiklalinin sağlandığını görmedikçe, yürümeye başladığı yolda, bir an durmayacaktır.."

 

 
      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder