4 Haziran 1876 günüydü... Saat dokuzu gösteriyordu... Padişah, Kur'an
okuyordu... Yusuf Sûresi'ne gelmişti... Katiller sessizce Sultan
Abdülâziz?in kapısına sokuldular...
Reyhan ve Rakım Ağa'ları kapıda nöbetçi kaldı... Eski Padişah?ın ikinci
mabeyincisi Fahri Bey, izin alıp odaya girdi. Sultan Abdülâziz; Fer'iye
Sarayı'na getirildiğinden beri Fahri Bey özel hizmetine bakıyor, daha
doğrusu Hüseyin Avni Paşa'ya dakika dakika Padişah'ın yaptıklarını rapor
etmek üzere yakınında bulunuyordu.
Önce hal hatır sordu.
"Hamd olsun Yüce Rabbime" diye cevap verdi Padişah, "Beterin beteri vardır."
Gözleri kapıya kayınca Cezayirli Mustafa Pehlivan'la Yozgatlı Pehlivan
Mustafa Çavuş'u fark etti... Durumu kavradı... Rengi attı... Fakat bir şey
söylemesine fırsat kalmadan, üçü bir anda atılıp bastırdılar... O sırada
Boyabatlı ve diğerleri de odaya girdiler... Boyabatlı ile Cezayirli,
Padişah?ı dizlerine oturtup çırpınmasını önlemeye çalıştılar... Fakat
Padişah çok güçlüydü... Zaptedemediler... Göğsünden hançerlediler... Fahri
Bey, Sultan Abdülâziz?in kollarını arkadan tuttu... Yozgatlı Mustafa
Pehlivan ise, keskin bir hançerle Padişah?ın bileklerini kesmeye başladı...
Olaya intihar süsü vereceklerdi... Ama hiçbir intiharda iki bilek birden
kesilemezdi.
Bilekleri kesilen eski Padişah, ikinci mabeyinci Fahri Bey?e son kez bakıp
mırıldandı: "Şu kestirmeye kıydığın eller, iki gün önce sana kıymetli bir
sedef tesbih hediye etmemiş miydi?"
Kaderin hükmüne bakınız ki; baş katili Fahri Bey'i kahveci çıraklığından
almış, ikinci mabeyincilik gibi sarayın en yüksek görevlerinden birine kadar
yükseltmişti.
Damarlarında ileri geri işleyen hançer derinlere daldığı zaman eski Padişah
dayanamadı... Acıyla inledi: "Aman Allahım!"
Canı, kanıyla birlikte oluk oluk damarlarından akıp gitti... Katiller korku
dolu gözlerle son nefesini vermek üzere olan koca Padişah?a baktılar...
Sonra pencereden bahçeye çıktılar... Kaçtılar... Kapıya bırakılan nöbetçiler
de işin bittiğini anlayınca sıvıştı... Koridora derin bir sessizlik hâkim
oldu... Neden sonra Padişah?ın odasının önünden geçen saray
hizmetkârlarından Arzıniyaz Kalfa, odadan hırıltılar geldiğini duydu...
Kapıyı zorladı, ama içerden sürgülenmişti... "Yetişiin!" diye bağırdı,
"Efendimize bir haller oldu.?
Koşup gelenler, kapıyı kırarak odaya girdiler... Şimdi saat tam dokuzu otuz
altı geçiyordu... Sultan Abdülâziz'in kanlar içinde vücuduyla karşılaştılar.
Henüz ölmemişti... Fakat Hüseyin Avni Paşa?nın kesin talimatını önceden
almış olan bazı subaylar, son çırpınışlarla titreyen vücudunu, kanları aka
aka ve âdeta sürükleye sürükleye saray karakolunun kahve ocağına
taşıdılar... Bir sedire uzattılar... Hâlâ sağ olan eski Padişah'ı kurtarmak
için kıllarını bile kıpırdatmıyorlardı... Tarih, bu korkunç cinayete
şahitti... Ve sebep olanları asla unutmayacaktır.
Bir süre sonra Serasker (Savunma Bakanı) Hüseyin Avni Paşa çıkageldi... Eski
bir pencere perdesini koparıp Padişah?ın üstüne örterken Padişah gözlerini
açtı... Şeytanın yüzüne bakar gibi Avni Paşa?nın yüzüne baktı... Bakışları
camlaştı, donuklaştı, kurudu.
Ancak ondan sonra doktorlar çağırıldı... Resmî bir rapor düzenlendi ve ilân
edildi... Buna göre; eski Padişah'ın sinirleri bozulmuştu... Sakalını
düzeltmek için o sabah annesinden ayna ve makas istemişti... Ve bu makasla
damarlarını kesip intihar etmişti.
Bu rapor yayınlandığı an bile hiç kimseyi inandıramadı... Ama o devirde
hüküm süren Hüseyin Avni Paşa, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ve Mithat Paşa
gibi diktatörler olayı örtbas ettiler... Daha sonra kurulan Yıldız
Mahkemesi'nde yargılanmak üzere İzmir'den alınıp İstanbul'a getirilen Mithat
Paşa şöyle diyecektir:
"Yayınlanan raporu okudum... Merhumun (Sultan Abdülâziz?in) intihar ettiğine
pek ihtimal vermedim... Ama diğer vekiller (bakanlar) ses çıkarmadığı için
ben de sustum."
Yıldız Mahkemesi'nde diğer yardakçılarıyla birlikte suçlu bulunup -zaten
çoğu itiraf etti- ölüm cezasına çarptırılacak, ancak Sultan II.
Abdülhamid?in affına uğrayıp sürgünle paçayı kurtaracaktı.
Tarih susmaz... Sultan Abdülâziz'in öldürüldüğü, Yıldız Mahkemesi?nde
kesinlik kazanmışken; resmî tarih, siyasi sebepler yüzünden -Hüseyin Avni
Paşa, Mithat Paşa gibilerini korumak için- intihar ihtimalini savundu.
Yıldız Mahkemesi'ni "kanun dışı" ilân ettiler.
Başka çareleri yoktu... Çünkü bu mahkemeyi kabul etmek demek, hükmünü de
kabul etmek demekti... Hükmünü kabul etmek ise, Mithat Paşa?nın katil
olduğunu kabul mânâsına gelirdi... Oysa resmî tarih, Mithat Paşa'yı "büyük
bir devlet adamı" sayıyordu... Sultan II. Abdülhamid'i yerin dibine geçirmek
için ona karşı olan herkesi "büyük" ilân etmek bir zamanların kötü bir
alışkanlığı, gerçekdışı, tarih dışı saplantısıydı... Sultan II. Abdülhamid'i
çok haklı olduğu konularda bile suçlamak, cumhuriyet devrinin uzun süre
modası halinde yaşadı... Özel sohbetlerinde Sultan II. Abdülhamid'i takdir
eden bazı tarihçiler, yazılarında sürekli tenkit ettiler.
Sultan Abdülâziz'in cenazesini Sultanahmed Camii Şeyhi Ömer Efendi yıkadı...
Ve Sultan Mahmud türbesine defnedildi.
4 Haziran, Sultan Abdülâziz'in şehit edilişinin yıldönümüydü... Hiç akla
getirmemek doğru olmazdı... Bu siyasi hayhuy içinde onu hatırlamak ve
hatırlatmak istedim.
okuyordu... Yusuf Sûresi'ne gelmişti... Katiller sessizce Sultan
Abdülâziz?in kapısına sokuldular...
Reyhan ve Rakım Ağa'ları kapıda nöbetçi kaldı... Eski Padişah?ın ikinci
mabeyincisi Fahri Bey, izin alıp odaya girdi. Sultan Abdülâziz; Fer'iye
Sarayı'na getirildiğinden beri Fahri Bey özel hizmetine bakıyor, daha
doğrusu Hüseyin Avni Paşa'ya dakika dakika Padişah'ın yaptıklarını rapor
etmek üzere yakınında bulunuyordu.
Önce hal hatır sordu.
"Hamd olsun Yüce Rabbime" diye cevap verdi Padişah, "Beterin beteri vardır."
Gözleri kapıya kayınca Cezayirli Mustafa Pehlivan'la Yozgatlı Pehlivan
Mustafa Çavuş'u fark etti... Durumu kavradı... Rengi attı... Fakat bir şey
söylemesine fırsat kalmadan, üçü bir anda atılıp bastırdılar... O sırada
Boyabatlı ve diğerleri de odaya girdiler... Boyabatlı ile Cezayirli,
Padişah?ı dizlerine oturtup çırpınmasını önlemeye çalıştılar... Fakat
Padişah çok güçlüydü... Zaptedemediler... Göğsünden hançerlediler... Fahri
Bey, Sultan Abdülâziz?in kollarını arkadan tuttu... Yozgatlı Mustafa
Pehlivan ise, keskin bir hançerle Padişah?ın bileklerini kesmeye başladı...
Olaya intihar süsü vereceklerdi... Ama hiçbir intiharda iki bilek birden
kesilemezdi.
Bilekleri kesilen eski Padişah, ikinci mabeyinci Fahri Bey?e son kez bakıp
mırıldandı: "Şu kestirmeye kıydığın eller, iki gün önce sana kıymetli bir
sedef tesbih hediye etmemiş miydi?"
Kaderin hükmüne bakınız ki; baş katili Fahri Bey'i kahveci çıraklığından
almış, ikinci mabeyincilik gibi sarayın en yüksek görevlerinden birine kadar
yükseltmişti.
Damarlarında ileri geri işleyen hançer derinlere daldığı zaman eski Padişah
dayanamadı... Acıyla inledi: "Aman Allahım!"
Canı, kanıyla birlikte oluk oluk damarlarından akıp gitti... Katiller korku
dolu gözlerle son nefesini vermek üzere olan koca Padişah?a baktılar...
Sonra pencereden bahçeye çıktılar... Kaçtılar... Kapıya bırakılan nöbetçiler
de işin bittiğini anlayınca sıvıştı... Koridora derin bir sessizlik hâkim
oldu... Neden sonra Padişah?ın odasının önünden geçen saray
hizmetkârlarından Arzıniyaz Kalfa, odadan hırıltılar geldiğini duydu...
Kapıyı zorladı, ama içerden sürgülenmişti... "Yetişiin!" diye bağırdı,
"Efendimize bir haller oldu.?
Koşup gelenler, kapıyı kırarak odaya girdiler... Şimdi saat tam dokuzu otuz
altı geçiyordu... Sultan Abdülâziz'in kanlar içinde vücuduyla karşılaştılar.
Henüz ölmemişti... Fakat Hüseyin Avni Paşa?nın kesin talimatını önceden
almış olan bazı subaylar, son çırpınışlarla titreyen vücudunu, kanları aka
aka ve âdeta sürükleye sürükleye saray karakolunun kahve ocağına
taşıdılar... Bir sedire uzattılar... Hâlâ sağ olan eski Padişah'ı kurtarmak
için kıllarını bile kıpırdatmıyorlardı... Tarih, bu korkunç cinayete
şahitti... Ve sebep olanları asla unutmayacaktır.
Bir süre sonra Serasker (Savunma Bakanı) Hüseyin Avni Paşa çıkageldi... Eski
bir pencere perdesini koparıp Padişah?ın üstüne örterken Padişah gözlerini
açtı... Şeytanın yüzüne bakar gibi Avni Paşa?nın yüzüne baktı... Bakışları
camlaştı, donuklaştı, kurudu.
Ancak ondan sonra doktorlar çağırıldı... Resmî bir rapor düzenlendi ve ilân
edildi... Buna göre; eski Padişah'ın sinirleri bozulmuştu... Sakalını
düzeltmek için o sabah annesinden ayna ve makas istemişti... Ve bu makasla
damarlarını kesip intihar etmişti.
Bu rapor yayınlandığı an bile hiç kimseyi inandıramadı... Ama o devirde
hüküm süren Hüseyin Avni Paşa, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ve Mithat Paşa
gibi diktatörler olayı örtbas ettiler... Daha sonra kurulan Yıldız
Mahkemesi'nde yargılanmak üzere İzmir'den alınıp İstanbul'a getirilen Mithat
Paşa şöyle diyecektir:
"Yayınlanan raporu okudum... Merhumun (Sultan Abdülâziz?in) intihar ettiğine
pek ihtimal vermedim... Ama diğer vekiller (bakanlar) ses çıkarmadığı için
ben de sustum."
Yıldız Mahkemesi'nde diğer yardakçılarıyla birlikte suçlu bulunup -zaten
çoğu itiraf etti- ölüm cezasına çarptırılacak, ancak Sultan II.
Abdülhamid?in affına uğrayıp sürgünle paçayı kurtaracaktı.
Tarih susmaz... Sultan Abdülâziz'in öldürüldüğü, Yıldız Mahkemesi?nde
kesinlik kazanmışken; resmî tarih, siyasi sebepler yüzünden -Hüseyin Avni
Paşa, Mithat Paşa gibilerini korumak için- intihar ihtimalini savundu.
Yıldız Mahkemesi'ni "kanun dışı" ilân ettiler.
Başka çareleri yoktu... Çünkü bu mahkemeyi kabul etmek demek, hükmünü de
kabul etmek demekti... Hükmünü kabul etmek ise, Mithat Paşa?nın katil
olduğunu kabul mânâsına gelirdi... Oysa resmî tarih, Mithat Paşa'yı "büyük
bir devlet adamı" sayıyordu... Sultan II. Abdülhamid'i yerin dibine geçirmek
için ona karşı olan herkesi "büyük" ilân etmek bir zamanların kötü bir
alışkanlığı, gerçekdışı, tarih dışı saplantısıydı... Sultan II. Abdülhamid'i
çok haklı olduğu konularda bile suçlamak, cumhuriyet devrinin uzun süre
modası halinde yaşadı... Özel sohbetlerinde Sultan II. Abdülhamid'i takdir
eden bazı tarihçiler, yazılarında sürekli tenkit ettiler.
Sultan Abdülâziz'in cenazesini Sultanahmed Camii Şeyhi Ömer Efendi yıkadı...
Ve Sultan Mahmud türbesine defnedildi.
4 Haziran, Sultan Abdülâziz'in şehit edilişinin yıldönümüydü... Hiç akla
getirmemek doğru olmazdı... Bu siyasi hayhuy içinde onu hatırlamak ve
hatırlatmak istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder