27 Şubat 2013 Çarşamba

334 ) "DEMİRKIRATLAR" VURSUN, ORTALIK İNLESİN, CHP DİNLESİN !...

   

  1950 seçimlerinden sonra Demokrat Parti yöneticileri CHP'yi, artık muhalefete düşmesine ve halkı etkileme gücünü önemli ölçüde kaybetmesine rağmen, hala korkutucu bir gücü var gibi görüyorlardı.
  Bazıları, CHP'nin daha fazla yıpratılması gerektiğine, siyasi hesaplar yaparak inanıyordu. Bazıları ise, öyle bir hesapları yoktu ama, CHP'ye karşı eskiden birikmiş olumsuz duygularını, bir intikam içgüdüsü içinde harekete geçiriyorlardı. DP'nin bu etkenler altında oluşan genel stratejisi de, muhalefet dönemindeki stratejinin devamı gibiydi : CHP yöneticilerine hücum edilecek.. Partinin yirmi yedi yıllık icraatı kötülenecek.. Tabii, bunun sorumluluğu Atatürk'e değil, İnönü'ye yüklenecek.. 
  CHP'nin iktidar yılları "Atatürk dönemi-İnönü dönemi" diye ikiye ayrılacak.. Atatürk dönemiyle ilgili eleştiri konuları için Atatürk değil, dönemin başbakanı İnönü hedef alınacak.. Ama "başbakanlık" konusunda dikkatli davranılacak. Çünkü Atatürk döneminde bir de Celal Bayar'ın bir yıllık başbakanlığı var. Ve o bir yıl, Celal Bayar'ın en büyük övünç kaynağı.. O süre, eleştiri dışında tutulacak.. Atatürk'ten sonraki dönemde ise başbakanların önemi yok. Baş sorumlu, Cumhurbaşkanı İnönü. Ona yüklenilmeye devam edilecek.. 
  "Ekmeği vesikayla verdiler... Şekeri 5 liraya yedirdiler.. Jandarmaya dayak attırdılar.." sloganları zaten 1946'dan beri hazır.. Üstelik bunların kullanılması, eskisine göre çok daha kolay.. İnönü cumhurbaşkanıyken ona hakaret etmenin cezası vardı. Ona yönelik hücumlarda genel ifadeler kullanılıyordu. İnönü'nün ismi geçirilmiyordu. "Şunlar yapıldı, bunlar yapıldı" gibi "pasif cümleler" kullanılıyordu ki, o yüzden dava açılırsa, hakim karşısında "Ben sayın cumhurbaşkanını kastetmedim, yönetimdeki zihniyeti kastettim" denilebilsin..  
                                                                                                             
Şimdi artık ne İnönü'nün cumhurbaşkanlığı vardı, ne de ondan söz ederken dikkatli olma zorunluluğu.. DP'nin sertlik yanlısı militanları, İnönü hakkında muhalefetteyken akıllarından geçirip de yapamadıkları her suçlamayı şimdi artık yapabilirlerdi.. Yapmakta da gecikmediler. Meclis'te ve basında polemikler açarak, İnönü hakkında bir dizi iddiayı gündeme getirdiler..
Bunlardan bazıları "siyasi" nitelikliydi. Örneğin : "İnönü Atatürk'ü sevmezmiş. Onu unutturmak istermiş. Cumhurbaşkanı olunca paralardan Atatürk'ün resimlerini çıkarttırmış."..
İnönü, bunlar karşısında, Atatürk'ü sevmemesinin, onu unutturmak istemesinin mümkün olmadığını anlatmak için, büyük uğraş veriyordu. Paralarla ilgili kararı kendisinin almadığını kanıtlamaya çalışıyordu. 
Bu para kararı, Merkez Bankası'nın Atatürk döneminde oluşmuş mevzuatının kurallarına göre, Merkez Bankası yönetiminin yürüttüğü bir uygulamaydı. O zamanın Avrupa'sının birçok devleti gibi, Türkiye'deki paralarda da "devlet reisi"nin resminin kullanılması kuralı, Cumhuriyet'in kendi adına para bastırmaya başladığı sıralarda konulmuştu. İnönü'nün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra da aynı kural, banka yönetimi tarafından otomatik olarak uygulanmıştı..
  Kaldı ki, bu uygulama, nasıl olup da, İnönü'nün Atatürk'ü sevmediğinin kanıtı olarak yorumlanabilirdi ?...
  İnönü'ye suçlamaların bir kısmı da, görevi sırasındaki davranışlarıyla ilgili söylentilere dayanıyordu. Bunlar, bunu iş edinmiş bazı milletvekillerince sözlü soru haline getirilip Meclis'te görüşme konusu yapılıyordu. Örneğin şöyle :
"İnönü 1930 depreminden sonra gittiği Erzincan'dan trenle geri dönerken trenin salonlarında iskambil oynamış, doğru mu ?"
  İnönü, bunlara "şahsıma sataşıldı" diye söz isteyerek Meclis'te yanıt vermeye çalışıyor ve söylentileri yalanlıyordu.. Bunlar, Meclis kürsüsündeki bir iktidar- muhalefet tartışmasıdır. Ama bu tartışmada iktidar ve muhalefet kanatları, birbirinin rolünü üstlenmiş gibidir. Sanki CHP'li İnönü hala iktidardadır da, DP milletvekilleri, onun hakkındaki iddiaları kullanarak muhalefet işlevini yerine getirmek istiyorlar. İnönü de, kendisini muhalefet milletvekillerine karşı savunmaya çalışan iktidar lideri durumundadır. "Yapmayın, ağır olun. Yoksa dış tehlikelerle uğraşamayız" diye, onları "iktidar üslubu"yla uyarmaya çalışıyor !..



   CHP'nin iktidar dönemine aklını takan iktidar siyasetçilerinin İsmet Paşa ile uğraşma merakının örnekleri saymakla bitmez.Örneğin şu,yapılacak şey midir ?
   DP'li bir Bolu milletvekili vardı. Adı Zuhuri Danışman'dı. Daha önce eğitimci idi. Tarih öğretmenliği yapıyordu. Okullar için bir tarih kitabı yazmış, kitap Milli Eğitim Bakanlığı'nca yardımcı kitap olarak kabul edilmişti. Ama bunun sayfalarını karıştıran öğrenci velileri, hayretler içinde şunu görmüşlerdi : 
  İsmet İnönü'nün adı, Kurtuluş Savaşı tarihinden çıkarılmıştı !. İnönü muharebelerinin adıyla birlikte !.. Lozan barış müzakerecisi de, Atatürk döneminin on dört yıllık başbakanı da, Cumhuriyet tarihinin ikinci cumhurbaşkanı da yok sayılmıştı !..
  Muhalefet basını, kitabı "Zuhuri Tarihi" diye nitelendirdi. 
  Uzun tartışmalar çıktı. Neden sonra, hükumet, kitapta "bazı eksikler" olduğunu kabul etti. Fakat, İnönü'nün adını tarihten silme gayretleri bitmedi..
  Bazı DP ileri gelenleri, bu konuda radikallik yarışına girdiler. Bunlardan DP Ankara milletvekili Hamit Şevket İnce, iktidar-muhalefet ilişkilerinin normalleşmesi için, İnönü'nün CHP genel başkanlığından istifa edip köşesine çekilmesini şart koşuyordu..
  İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, İnönü'den kurtulmak için daha da etkili bir çözüm istiyordu. Önerisi, İnönü'nün, son Osmanlı halifesi gibi, yurt dışına çıkarılmasıydı !. İnönü'yü ziyaret için Ankara'ya gelen CHP heyetlerini, halifeyi İstanbul'da ziyaret eden eski rejim yanlılarına benzetiyordu ! Diyordu ki :
"Sakıt (düşük) halifenin memleket dışı edilmesinin sebepleri sakıt şef için de var olmalıdır."
  Ama bu konuda daha kesin talepleri olanlar vardı.. "İnönü idam edilsin" diyen bir DP ilçe başkanı gibi.. Veya "İnönü intihar etmeli" telkinini yapan, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu gazetesi gibi...



  14 Mayıs 1950'deki genel seçimden sonra ekim ayında yapılan yerel seçimlerde, belediyelerin de çoğu DP'lilerin yönetimi altına girmişti. DP'li yeni belediye başkanlarının ilk işi, il ve ilçelerinde İnönü'nün adını taşıyan cadde, sokak, meydan ve kamu binaları isimlerini değiştirmek oldu. 
  Bunun için hükumetçe bir genel kural konulmuştu. Bunda İnönü'nün adı anılmıyordu ama, şu deniliyordu : Kamusal yerlerde "hayatta bulunan" kişilerin adları ve fotoğrafları kullanılmayacak..
  DP yöneticileri, bununla, "bizim adımız da kullanılmayacak" demiş oluyorlardı ama, asıl amaç belliydi..
  Karar ülkenin her yerinde hızla uygulanmıştı. İnönü'nün ve (henüz hayatta olan) eski asker ve siyasetçilerin adları, nerede görüldüyse değiştirilmişti. DP'li yeni belediye başkanları, belediye binalarındaki İnönü fotoğraflarını zaten hemen kaldırmışlardı. Fakat Malatya'nın belediye başkanlığına bir CHP'li seçilmişti : Muzaffer Akalın.. O bunu yapmadı, "İnönü Malatyalı'dır. Malatya'nın gurur kaynağıdır" dedi. Belediye binasında Atatürk'ün fotoğrafının karşısına asılmış olan fotoğrafını kaldırtmadı. 
  Kıyamet koptu.. Hükumet emir verdi, Malatya Valisi, Turgut Babaoğlu adında bir zattı. Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu'nun akrabasıydı. Güvenlik güçleri ile belediye binasına baskın düzenletti. İnönü'nün fotoğrafı zorla indirildi. Arkasından da belediye başkanı görevden alındı..
  O zamanki yasal düzenlemeye göre, görevden alma halinde seçimin hemen yenilenmesi gerekiyordu. Yeni seçim yapıldı. Gene CHP kazandı. Ama Malatya valisinin inadı bitmedi !..
  Malatya'da bir İnönü heykeli vardı. Vali Babaoğlu, onu da kaldırmayı hedefliyordu. CHP'li gençler bunu duyunca örgütlendiler.. Heykelin etrafında gece gündüz nöbet tutmaya başladılar..

Heykelleri kaldırma işi, sokak isimlerini değiştirip, fotoğrafları kaldırmak kadar kolay değildi. Ortaya hukuki sorunlar da çıkarıyordu. Bazı heykellerin sahibinin hangi kamu kurumu olduğu tartışmalıydı. Aralarında, sivil kuruluşların, askeri kuruluşların, özel kuruluşların yaptırdıkları vardı. Bunların kaldırılmasına kim karar verecekti ?.. 
Bunun için genel bir yasa çıkarılması düşünüldü. DP'nin ünlü avukat milletvekili Celal Yardımcı o göreve hazırdı. Milletvekili olarak bir yasa önerisi hazırladı. Öneri, Meclis komisyonlarından geçen haliyle, daha önce DP'li belediyeler eliyle büyük ölçüde uygulanmış olan kararları, yasa maddesi haline getiriyordu. Buna göre, caddelerden, sokaklardan, meydanlardan hayattaki kişilerin adlarının kaldırılması, yasal bir zorunluluk olacaktı.
Heykel işi de aynı kapsama girecekti. Kamu alanlarında hayattaki kişilerin, sadece adları değil, heykelleri de bulunamayacaktı. Eskiden yapılmış olanlar da kaldırılacaktı. Fakat komisyondan geçen önerinin Meclis genel kurulunda görüşülmesi sırasında, heykel konusunda birtakım sorunları, bazı DP'liler de dile getirdi. Sorunlardan biri, DP'nin Afyon milletvekili Kemal Özçoban'ın bir sorusuyla akıllara takıldı : "Peki, İstanbul'da Taksim Anıtı'nın grup heykelinde Atatürk'ün yanındaki İnönü ne olacak ?.."
  Bu soru, kolay yanıtlanabilecek bir soru değildi.. Gerçekten, yasa önerisi o şekilde uygulanacak olursa, ya anıtın İnönü'yü gösteren bölümünün tıraş edilmesi gerekecekti ya da anıtın tümünün kaldırılması.. İkisi de kamuoyuna izah edilebilecek şeyler değildi. 1950 seçimlerinden önce CHP milletvekili iken, DP'ye geçen ve DP listesinden, "bağımsız" milletvekili olarak Meclis'e giren Hamdullah Suphi Tanrıöver de Meclis kürsüsünde İnönü lehine bir konuşma yaparak bu tür girişimleri eleştirince, öneri genel kuruldan geri çekildi..
   
İnönü'nün yeni bir heykelinin yapılması, zaten artık söz konusu değildi. CHP iktidarı döneminde gene Taksim'de uygulanması planlanan "İnönü heykeli" projesinden çoktan vazgeçilmişti. DP iktidarının hem merkezi hükumete, hem de belediyelerin büyük çoğunluğuna egemen olduğu bir dönemde, o konuda yeni bir girişim yapılması mümkün müydü ?..
Ama önerinin reddedilmesinin şöyle bir sonucu oldu :İnönü'nün, Malatya'daki gibi, eskiden yapılmış birkaç heykeli, yıkılmaktan kurtuldu. Taksim Anıtı da, yıkılmaktan veya en azından, İnönü'yü grup heykelinden çıkaracak ya da onu tanınmaz hale getirecek bir "tıraş" işlemine uğramaktan kurtuldu...






ALTAN ÖYMEN, in "ÖFKELİ YILLAR" kitabından derlenmiştir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder