4 Nisan 2012 Çarşamba

207 ) EŞKIYA VE ANARŞİ GÖLGESİNDEKİ İZMİR !..

 
   İzmir şehrinin zengin bir ticaret merkezi durumuna gelmesi zaman zaman yerli ve yabancı grupların ilgisini çekmiş ve 17. yüzyılın başından itibaren İzmir birçok eşkıya grubunun hücumuna hedef olmuştur. Bunlar arasında en tanınmışlardan birisi Sarıbey oğlu Mustafa çetesiydi. Sarıbeyoğlu 18. yüzyılda Batı Anadolu'da faaliyet gösteren en azılı eşkıyalardan birisiydi. Bu devirde Osmanlı devlet otoritesine karşı Batı Anadolu'da bir hayli yayılan isyana öncülük edip bu bölgenin ticaretine oldukça zararı dokunmuştu. Bu isyan süresi içinde Sarıbeyoğlu sadece bölge halkı için büyük bir tehlike olarak kalmamış, İzmir'e gelmekte olan birçok kervanı da soymuştur..
   1774 yılında, tarihe geçen bir aşk baskını olayını görüyoruz.. Bergama'da Arapoğlu sülalesinden İbrahim Ağa'nın öldürülmesi üzerine voyvodalığa Veli Ağa geçmişti. Veli Ağa şehrin ileri gelenlerinden birinin kızını sevmekte ve onunla evlenmek istemekteydi. Fakat kızın ailesi Veli Ağa'yı kendilerine denk bulmadıklarından kızlarını başka birisiyle, Abdülfettah adında bir soyluyla evlendirdiler. Yeni evliler derhal İzmir'e taşınıp orada yaşamaya başladılar. Veli Ağa istediğini yapan deli bir adamdı ve sevdiği kızı almayı aklına koymuştu. Bir taraftan hazırlık yaparken bir taraftan da yakın dostu olan Karaburun Voyvodası İvaz Ağa'ya haber göndererek derdini anlattı ve İzmir baskınında kendisine yardıma gelmesini istedi.
   Oldukça büyük bir kuvvetle Bergama'dan hareket eden Veli Ağa, Karaburun'dan kızanları ile birlikte gelen İvaz Ağa ile buluşarak İzmir üzerine yürüdü. İzmir'in Halkapınar mevkiine çadırlarını kuran Veli Ağa, birkaç adamını İzmir kadısına göndererek kan dökülmeden işin hallini istedi. Kadı şehrin ileri gelenleriyle bir toplantı  yaptı ve ne yapılması lazım geldiğini tartıştılar. Tartışmalar sonunda şehirdeki kuvvetlerin Veli Ağa ve İvaz Ağa' nın kuvvetleri ile çarpışmaya ve karşı koymaya yetmeyeceği, boş yere kan akıtılacağı ve şehrin harap olacağı görüşü ağır bastı. Veli Ağa'ya İzmir ileri gelenlerinden bir heyet gönderildi. Giden heyet her ne kadar Veli Ağa' ya "nikah üzerine nikah doğru değildir," diyerek bu işten vazgeçmesini rica ettilerse de dinletemediler. Nihayet, korkusundan Kütahya'ya kaçmış olan Abdülfettah Ağa karısını boş düşürmek suretiyle boşadı ve sevdiği kadın Veli Ağa'ya teslim edildi..
   Veli Ağa İzmir'den Bergama'ya döndüğü zaman bir hafta süren ve bütün şehri ağırlayan büyük bir düğün yaptırmıştı. İsteği yerine gelmiş fakat bu saltanatı uzun sürmemişti. Devletin şeref ve haysiyetini kıran İzmir baskını İstanbul'da dehşetle karşılandı. Zamanın padişahının emriyle, Anadolu Vali ve Veziri Abdi Paşa, Veli Ağa'yı cezalandırmaya memur edildi. Abdi Paşa ordusuyla Bergama yakınına gelerek konakladı ve Veli Ağa' ya teslim olması için haber gönderdi. Veli Ağa karşı durmaya çalıştı fakat askerlerinin çoğu padişaha sadık kaldıklarından yanından kaçmışlardı. Bu durum karşısında, tutunamayacağını anlayınca kaçmaktan başka çare bulamadı. Her şeyden önce, çok sevdiği kadını başkasına kalmasın diye öldürdü ve gecenin karanlığında kaçtı, fakat kısa bir süre sonra kaçtığı yerde yakalanarak başı kesilmek suretiyle öldürüldü...
  
   18. yüzyılın sonuna doğru İzmir'de geçen başka bir olay şehri sarsmış ve çok büyük hasara neden olmuştu..
   Ülkelerinden Osmanlı şehirlerinde gösteri yapmak için gelen Avusturyalı bir cambaz grubu Mart 1797'de, Frenk mahallesi dışında Güller Köprüsü yakınında bir bahçede kurdukları cambazhanede gösterilere başlamışlardı. Bu cambazhaneye Venedik tebaasından bazı Iskloven, Zenteli ve Hırvat gemicileri ücret ödemeden girmek istemişler fakat kapıdaki görevli yeniçeri engel olunca çıkan kavgada yeniçeri öldürülmüştü.
   Bu durum üzerine yeniçerinin bağlı olduğu birlik hemen toplanıp önce Venedik sonra da Rus Konsolosluğu' na giderek katilin kendilerine teslim edilmesini istemişlerdi. Her iki konsolosluktan da bir sonuç alamayan yeniçeriler son çareyi İzmir Kadısı'na gitmekte buldular. Kadı bütün konsolosları toplayarak katilin derhal teslimini istemiş, fakat bu da bir işe yaramamış.. Yeniçeriler bütün bu girişimlerden bir sonuç alamayınca büyük bir grup halinde toplanarak silahlanmışlar ve 15 Mart 1797'de Frenk mahallesinde Hırvatlar'ın bulunduğu Sakız Hanı'na gidip "katili verin" diye çatışmaya başlamışlardı. Sakız Hanı önündeki bu çatışma, olayın büyük boyutlara ulaşmasının en büyük nedeni olmuştur. "Venedik tayfasının Ehli-İslama hücumu var" haberi kısa zamanda bütün şehre yayılmış, işsiz güçsüz takımı silahlanarak olay yerine koşmuştur. Şehrin güvenliğiyle sorumlu olan İzmir Voyvodası olayı yatıştırmak için tüm gücüyle uğraştığı halde başarılı olamamıştır..
   Sakız Hanı'nda kendilerini güvende bulmayan Venedikli denizciler ön kapıyı ateşe vererek, arka kapıdan kaçmışlar ve gemilerine sığınmışlardı. Limanda demirli bulunan iki Venedik gemisi yeniçerilere ve şehrin üzerine top ateşine başlamışlar ve sahile doğru gelmekte olan yeniçerileri durdurmuşlardı. Gemilerin ateşi ile yeniçerileri durduran Venedikli denizciler bu bölgedeki tüccara ait malları yağma ederek gemilere taşıdılar. Gemicilerin yağması ve malların, sandallarla gemiye taşınması bir gün bir gece sürmüştü. İki-üç yüz Venedik tayfası, gemi kaptanları başta olmak üzere, İzmir'de yaşayan konsolos ve Avrupalı tüccarların mal ve eşyalarını yağma etmekten çekinmemiş ve bu arada 30-40 gayrimüslim Osmanlı'yı da öldürmüşlerdi.
   Diğer yandan Venediklilerin İzmir'e karşı yaptıkları top ve tüfek atışlarından olumsuz etkilenen silahlı yeniçeri ve kalyoncu grubu "Ateş ! Ateş !" diye bağırarak Frenk mahallesindeki binaları ateşe verdiler. Artık şehir silahlı İslam grubunun da katıldığı yağma ve kaos içindeydi. Karışıklık ve anarşi ortamında birkaç yüz kişi de öldürülmüştü. Avrupalılar limandaki demirli gemilere kaçıp sığınmak zorunda kaldılar.
   Yangının başlamasından sonra esmeye başlayan lodos rüzgarı, yangının tüm Frenk mahallesine yayılmasında büyük bir etken oldu.
   Bütün bu kargaşa, yangın ve yağmadan sonra İzmir şehri kısmen harap olmuştu. Bu büyük olay ve yangın sonucunda, İzmir'in ticaret ve iş bölgesi olan Frenk mahallesindeki binalarla birlikte mallar, değerli eşyalar yanmış veya harap olmuştu. Yağmaladıkları mallarla birlikte İzmir'den kaçmak isteyen Venedik gemilerine Sancak Kale'den geçme izni verilmemiş ve gerekli önlemler alınmıştı. Görevliler, yangın sırasında depolardan çalınıp Venedik gemilerine saklanmış olan malların, eşyaların, pamuk, tiftik, yapağı gibi ticari malların Fransız, İngiliz ve Hollanda konsoloslukları aracılığıyla geri alınmasını sağlamış ve güvenlik altına almışlardı. Geri alınan eşya ve ticari mallar İzmir'deki ilgili konsolosluklar aracılığıyla sahiplerine iade edildi..
   Bu olaydan sonra Venediklilerin güvenli bir kefil göstermedikçe İzmir'de kalmalarına izin verilmiyordu. Eldeki belgelere göre, İzmir'de kavgaya karışan elebaşılardan on sekiz kişiden beşi Rodos'a, beşi Hanya'ya, beşi Kandıra'ya ve üçü Resmo'ya sürgüne gönderilmişlerdi. İzmir olayıyla ilgili olarak Osmanlı hükumeti bazı İzmir şehri yöneticilerini görevden uzaklaştırmıştı. Aynı şekilde İzmir Venedik Konsolosu kendi elçiliği tarafından görevden alınmış ve yerine başkası konsolos olarak gönderilmişti..
  
İngiltere'de, devlet arşivlerinde, Dışişleri 4 Mayıs 1872 tarihli 78 / 2244 sayılı ve 8 Haziran 1872 tarihli 195 / 1009-22 sayılı iki belgede çok ilginç bir bilgi var.. Bu belgelere göre, 1872 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Ermeniler, Rumların yardımıyla Musevi mahallesini 57 gün süren bir kuşatma altında tutmuşlar. Kuşatma sırasında Avrupa'dan gelen para ve erzak yardımı, yerine ulaştırılamadığından birçok Musevi açlıktan ölmüş.. Kökeni, çeşitli etnik gruplar arasındaki ekonomik çelişkide yatan bu olaylarda Türkler hemen her zaman Yahudilerin tarafını tutuyordu. Yahudilerin neden İzmir'in Yunanlılar tarafından işgaline karşı çıktığını ve Kurtuluş Savaşı'nda Türklerin yanı sıra dövüştüğünü böylece daha kolay anlamak mümkün olmaktadır...
   Fakat bu arada, İngiliz egemenliğindeki Filistin topraklarında yaşayan Musevilerin, Çanakkale'deki  "Katır Birlikleri"nde yer alarak, Türklere karşı İngilizlerin yanında çarpıştığını da unutmamak gerekiyor !...

( Dr. Orhan Kurmuş ve Melih Gürsoy'un yazılarından derlenmiştir..)  

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder