11 Nisan 2012 Çarşamba

211 ) KÜLLERİNDEN DOĞMAK !..

   
 
   Türkiye 1922 yılı Eylül'ünde Kurtuluş Savaşı'nı sona erdirir, yeni bir döneme girerken Osmanlı İmparatorluğu' ndan hiç de iyi bir miras devralmamıştı. Ülkenin zaten yetersiz olan altyapı tesisleri yakılmış, yıkılmış, üçte birine yakın kısmı düşman tarafından tahrip edilmişti ve imparatorluk yönetiminin Düyunu Umumiye'ye olan borçlarının önemli bir kısmı yeni yönetimce kabul edilmişti..
   Profesör İsmail Türk'e göre Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik verileri şöyleydi : Adam başına gayrisafi milli gelir 65 dolar veya 108 Türk lirasından ibaretti... Bu gelirin % 67'sini tarım gelirleri, % 23'ünü hizmet gelirleri, %10'unu ise sınai gelirler oluşturuyordu.  Toplam nüfusun % 82'si köylerde yaşıyordu ve ülke çapındaki okur yazar oranı yalnızca % 11 idi !..
   1920-30 yılları arasında kurulan 201 Türk anonim şirketinden 66'sında yabancı sermaye ortaklığı vardı. Yabancı sermayenin belirli koşullarla teşvikini öngören çalışmalar, Osmanlı ekonomisinin mirası olan demiryolu şebekesinin ve tütün rejisinin millileştirilmesini önlemedi. 1924 yılında Haydarpaşa liman ve rıhtımıyla birlikte Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir-Konya, Arifiye-Adapazarı ; 1928 yılında ise Mersin-Tarsus demiryolu hatları devletleştirildi. 1926 yılında ise kabotaj (Türk limanları arasında deniz ulaşımı yapma) hakkı yabancı sermayeye yasaklandı.
   Tütün rejisi 1925 yılında 4 milyon liraya satın alınarak devletleştirildi. 20 Eylül 1923'de yabancı postaneler kapatıldı.
   Ekonomik konuların pek çoğunda lehimize sonuçlanan Lozan Antlaşması'nda bazı konular eski şeklini korumuştu. Bunlardan biri  Osmanlı'dan kalan borçlardı. Bu borcun 2/3'ü de genç Cumhuriyetin omuzlarına binmişti : 85 milyon altın lira !... Yıllık borç ödemeleri 6 milyon altın lira, ilk ödeme ise 1929 yılındaydı.. Bu durumda 1929 yılında Osmanlı borçları için 15 milyon altın lira ödemek gerekiyordu... Bu belki de yüksek bir rakam değildi ve o yılın bütçe gelirlerinin tahminen % 10'u kadardı ; fakat 1929'dan itibaren yeni gümrük tarifelerinin geleceği düşüncesi bilhassa İstanbul tüccarını coşturmuş ve anormal bir miktarda ithalata yönlendirmişti. Spekülatif amaçla yapılan bu ithalat, bir önceki yıla göre 33 milyon lira daha fazlaydı.  Ödenecek borçlarla beraber bu anormal ithalat, Türk lirasının değerini ağır bir baskı altına soktu. 1929 yılında 1 sterlin 10 lira iken, aynı yılın sonunda 10,5 liraya yükseldi...
   Türkiye Cumhuriyeti ilk on yılında hala daha dünya ekonomisine ham madde ihraç edip sınai mal ithal ederek katılmaktaydı. Bu yıllarda herkesin inandığı bir şey vardı : Sanayileşme ve ekonomiyi bütünleştirmek, kendine yeterli hale gelmek için gerekliydi.. Geçmişteki acı deneyimler ülkenin ekonomik bakımdan özgür olmasının gereğini kanıtlamıştı. Bu amaca ulaşılırken yabancı ülkelere muhtaç olmamaya dikkat ediliyordu.

 
   Cumhuriyetin ilk on yılındaki kalkınma çabalarının yeterli derecede başarılı olmayışının nedenleri şunlardı :
1. Ülkede sermaye birikimi yok denecek kadar azdı. Milli gelir düzeyi, şahısların tasarruf yapmalarına olanak vermeyecek kadar düşüktü. Devletin vergi yoluyla halka zorunlu tasarruf yaptırma olanağı da yoktu.
2. Ülkedeki işadamının girişim yeteneği ve deneyimi ; çok kıttı. Tüccar, sanayici ve zanaatkar durumundaki çok sayıda azınlık ülkeyi terk etmişti.
3. Bütün ülkede teknik bilgi düzeyi çok düşüktü.
4. Türk pazarları organize değildi. Bu da üretimi sınırlayıcı bir etkendi..
5. Bunların hepsine ek olarak, 1929 yılında etkisini göstermeye başlayan, dünyayı sarsan büyük ekonomik kriz...


   1930 yıllarında Türkiye'de ekonomide iki görüş çarpışıyordu. İnönü'nün içinde bulunduğu aşırı devletçi, müdahaleci grup ile Celal Bayar'ın içinde bulunduğu ılımlı devletçi grup.. Türkiye'nin o günkü şartlarında sanayinin kurulabilmesi ve bir an önce sanayileşmenin sağlanabilmesi için devletin yardımı gerekliydi.
1923-30 yılları arasındaki olaylar göstermiştir ki yalnız özel sektöre dayanılarak sanayileşme, Celal Bayar'ın deyimiyle, belki de iki yüz yıl alacaktı.
   Aşırı müdahaleci grubun içinde çoğunlukla devlet kademelerinde görev almış gençler ve bürokratlar bulunmaktaydı. Ilımlı grup ise esas itibarıyla liberal eğilimli olmakla beraber, mevcut ekonomik şartlar içinde özel teşebbüs ; gelişene kadar, devlet müdahalesinin ve devlet yatırımlarının uygun bir ölçüde yoğunlaşmasını kabul eden üniversite profesörleri ve işadamlarıydılar..
   Atatürk aşırı devletçi ve ılımlı devletçi grupların iddialarını inceledikten sonra son kararını vermeden önce, dış görüşleri de almak gereğini duymuş olacak ki, Sovyetler Birliği'nden bir ekonomi heyetini Türkiye'ye davet etmişti. Bu grubun 1932'de verdiği raporda Türkiye için ithal-ikame yoluyla sanayileşme, dokuma sanayiine ağırlık verilmesi ve SSCB'den dış yardım kredisi öneriliyordu. Bu öneriler Birinci Sanayileşme Planı'nda yer almıştır..
   Atatürk ikinci olarak ABD'den profesör Kemmerer başkanlığında bir Amerikan ekonomi uzmanları grubunu davet etmiştir. 1934 yılında yayınlanan Kemmerer raporunda eğitime ağırlık verilmesi, ekonmik faaliyetlerin özel sektöre bırakılması ve devletin düzenleyici bir görev üstlenmesi önerilmiştir..
   Atatürk ; incelemelerinden sonra ılımlı devletçilik rejimi tezini seçmiş ve bunun uygulanması için İnönü'nün başkanlık yaptığı hükumette Celal Bayar'ı İktisat Bakanı yapmıştır. Böylece karma bir ekonomik düzen düşünülmüş ve uygulamaya konulmuştur.
   1933-39 yılları arasında imalat sanayiinde % 63, maden üretiminde yaklaşık % 50 bir artış sağlanmıştır.  Demiryolu yapımına da büyük çaba harcanmıştır. Aynı zamanda güç durumda olan tarım sektörüne fiilen yardım edilmiştir. Tarıma yardım, buğday fiyatlarını desteklemeyle 1932'de başlamış, bu politikayı desteklemek için 1938 yılında TMO kurulmuştur.
   Vedat Eldem'e göre 1929-1935 yıllarında milli gelirin ortalama yıllık artış hızı % 38'dir. Bu yıllarda nüfus artış hızı % 1,9 olduğuna göre kişi başına milli gelirin yıllık artış hızı net % 1,9 olmuştur.
   Atatürk devrinin politik ve sosyal alanda cesur atılımlarının gerçekleştirilmesi yanında, ekonominin sıfırdan başladığı bir dönem olduğu düşünülürse, dünya krizinin en şiddetli olduğu bu yıllardaki bu artış hızı hiç de küçümsenemeyecek bir hızdır...


(Sayın Melih Gürsoy'un yazılarından alıntı yapılmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder