Atatürk son yıllarında, yani rahatsızlığının belli bir şekilde sıkıntı verdiği yıllarda ne Riyaset-i Cumhur fasıl heyetini, ne de başkaca bir saz heyetini istemez, sadece Tamburi Selahattin Pınar Bey ile Kemani Nubar Tekyay'ı çağırır ve dinlerdi. Bu iki sanatkarı çok özel severdi. Özellikle sofrasında karşısına oturtur ve hem birlikte yer içerlerdi, hem de zaman zaman onlara katılırdı..
Zaman zaman bu ikiliye Safiye Ayla ve Mualla Gökçay, Melek ve Bedia Rıza hanımlar da katılırdı. İşte o zaman meşk müthiş olur ve çok geç vakitlere kadar devam ederdi.
Atatürk, başta Hafız Yaşar olmak üzere, Hafız Mehmet, Hafız Ferit beyler, Hanende Udi Şevki, Tamburi Zühtü Bey ve Neyzen Bey'den oluşan fasıl heyetini de dinlemeyi çok severdi. O yıllarda gazel çok okunur ve sevilirdi. Hafız Mehmet bir akşam gazel okurken tam "Göklere açılmasın" cümlesini söylerken Atatürk "Dur" diyerek Hafız'a, "Göklere kelimesini göklere kadar yükselterek söylemelisiniz ki mana ifade edilmiş olsun" dedi. Arkasından da kendisi okudu bu gazeli ve sonrasında Hafız Mehmet aynı Ata'nın ifade ettiği gibi okuyarak programına devam etti.
Atatürk, Rize Milletvekili Hasan Cavit Bey'e de bazı bazı şarkı söyletirdi. Cavit Bey'in sesi de epey güzeldi. En güzel söylediği de "Hani ya sen benimdin ?" şarkısıydı. Atatürk o söylerken huşu içinde dinlerdi...
Bazı zamanlarda da Nuri Conker'e bestenigar makamında şarkılar söyletir ve dinlerdi. "Kaçma mecburundan" ve "Gayrıdan bulmaz teselli" bu şarkılardan bazılarıydı..
Atatürk, Safiye Ayla'nın sesini çok beğendiğini, kendisini de çok sevdiğini sıkça belirtirdi. Hele bir gece Florya Deniz Köşkü'nde, Tamburi Selahattin Pınar ve Kemani Nubar Tekyay eşliğinde "Köşküm var deryaya karşı" eserini Safiye Ayla öylesine bir okudu ki, o benzersiz ses denizden adeta yankılar bırakarak geliyordu. Paşa, sükunetle, huşuyla zevkle dinledi ve sonunda alkışla tebrik etti, iltifatlarda bulundu. Çok kişilerin söylediği "Safiye Ayla'yı perde arkasından dinlerdi" sözleri külliyen yalandır.. Safiye Ayla'nın "Gözüne göz dikenin" ve "Yanık Ömer" şarkıları Ata'nın bilhassa onun sesinden dinlemek istediği çok özel şarkılardı..
Sıcak bir yaz gecesi, Dolmabahçe Sarayı'nın resmi daire tarafındaki billur parmaklıklı merdivenlerle çıkılan salonunun balkonunda kurulan sofrada Atatürk ve misafirleri oturmuş soğuk rakılarını içerlerken, Hafız Hüseyin diye ufak tefek bir adam getirdiler. Atatürk kendisini buyur etti ve oturmasını söyledi. Adını ve nerede çalıştığını sordu. İçkili bir gazinoda çalıştığını fakat karşılığında kendisine para vermediklerini söyledi. Atatürk, "Pekiyi, çalıştığın halde sana neden para vermiyorlar, bu nasıl iş ?" diye sorduğunda, Hafız "Vallahi Paşam, benden hava parası kesiyorlar. Gazinodan eve, evden gazinoya kadar gidiş geliş aldığım paranın tutarını, yediğim içtiğim yemeğin parasını hesap ediyorlarmış, bunlar benim yevmiyeme tam karşılık geldiği için de elime para vermiyorlar" dedi.
Atatürk hafifçe gülümseyerek "Ben bu işin icabına bakarım, sen şimdi bize burada birkaç gazel oku bakalım" deyince Hafız "Baş üstüne Paşam" diyerek ayağa kalktı, sağ elini yanağına dayadı ve çok gür bir sesle gazel okumaya başladı. O yıllarda Şirket-i Hayriye vapurlarıyla Boğaz'da gece eğlenceler düzenlenir ve sabahlara kadar eğlenilirdi. Tesadüfen bir gezinti gemisi sarayın önüne gelmiş ve gür elektrik ışıkları altındaki balkonda Atatürk'ü sofrada görmüşlerdi. Vapurda çalan caz müziğinin nağmeleriyle coşan gençler "Yaşa, Varol" avazeleriyle geminin sol tarafına yığılmışlardı. Atatürk'ü görmek arzusunda bulundukları bu sıralarda Hafız Hüseyin'in sesi Üsküdar yakalarında çınlıyordu. O kadar ki, gemideki caz susmak zorunda kalmıştı. Saraydakiler, gemidekiler, sandalla dolaşanlar, herkes can kulağıyla Hafız'ı dinliyorlardı. Gazel bittiğinde müthiş bir alkış ve yaşa var ol bağırışları her yanı çınlattı..
Hafız Hüseyin birkaç gazel daha okuduktan sonra Atatürk onu tebrik ve taltif ederek bir arabayla evine kadar götürülmesini söyledi... Hemen ertesi gün, Hafız'ın çalıştığı yerle ilgili şu hava parası işinin araştırılması için birkaç kişiyi memur etti. Yapılan araştırmalar sonucunda anlaşıldı ki ; adamın aklı biraz gidip gelirmiş, bu yüzden gazino sahibiyle ailesi bunu önlemek için anlaşmışlar. Hava parası diye kestikleri yol ve yemek parasının dışındaki ücretinin evine ailesine düzenli bir şekilde verildiğini ailesiyle görüşerek öğrenmişler ve bunu bir rapor halinde Ata!ya vermişler.. Atatürk, raporu okuyup, "Vallahi iyi plan yapmışlar, zavallı Hafız boşa gazel okuyor desene" diyerek gülmüş..
Yine bir akşam, Ankara'daki Karpiç Lokantası'na giden Atatürk ; milli Romen giysileriyle Batı müziği çalan Romen sanatçılara oturmadan önce iltifatlarda bulundu. Sofraya oturduktan ve de rakısından birkaç yudum aldıktan bir süre sonra sanatçılara eliyle durmaları için işaret etti ve onlara "Ben şimdi size Türkçe bir şarkı söyleyeceğim. Çok dikkatle sesimin tonuna ve ağzımdan çıkan sözlerin tarzına göre notaya alıp, bakalım bana enstrümanlarınızla çalabilecek misiniz ?" dedi. Müzik şefi ayağa kalkarak "Derhal yaparız" dedi. Hemen tedarik edilen kağıt ve kalemi eline alarak Ata'nın emrine hazır olduğunu söyledi.
Atatürk gayet güzel ve usulüne uygun söylerdi. "Mani oluyor halimi takrire hicabım" şarkısını tane tane, ağır ağır, falsosuz, adeta önünde notası varmış gibi okudu. Romen şef de Ata'yı çok dikkatle dinleyerek, sözleri elindeki kağıda nota halinde geçiriyordu. Bittikten sonra şef, "Herhangi bir yanlışlık olmaması için bir kere daha okuyabilir misiniz ?" deyince Atatürk çok memnun oldu ve," Aferin, işini iyi yapan bir kişisin ; tabii, bir değil, beş kere okurum" diyerek, şarkıyı tekrar yine ağır ve tane tane okuyarak bitirdi ve sordu : "Şimdi hazır mısınız ? " Şef Başıyla onay verdi ve de gururlu bir şekilde arkadaşlarıyla birkaç kere deneme yaptıktan sonra bu güzel şarkıyı şahane bir şekilde çaldılar.
Şarkı söylerken Atatürk'ün tam karşısında ayakta durmakta olanlar, gözlerinin nemlendiğini ve duygulandığını fark ettiler.
Atatürk'le ilgili bir anı da Selahattin Pınar'dan... "Bir gün Kılıç Ali Paşa beni Atatürk'ün isteği üzerine köşke davet etmişti ; gittim, malum çok güzel bir sofra hazırlanmış, önce her zamanki gibi gayet güzel sohbetlerden sonra Atatürk çok sevdiği için benden, Anladım, sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek şarkısını söylememi istedi, söyledim. Arkasından Gel, gitme kadın şarkısını istedi ve ben şarkıya başlamadan, ' bu kadın lafı beni rahatsız ediyor, biraz kaba olmuş, bu başka bir şekilde ifade edilemez miydi ?' dedi. Ben de güftenin bu şekilde olması gerektiğini uygun bir şekilde savundum. 'Peki, kabul' dedi. Şarkılarımın devamında, bir eseri okurken en son mısra olan Karşında esirim, bana düşman gibi bakma diye söylerken birden gözlerinin yaşlandığını gördüm ve de anında masadan kalktı, gitti. Ne olduğumuzu anlayamamıştık, ben dahil sofrada oturan herkes şaşkındık. Müziği bitirdik, yemeğe, sohbete hafif hafif devam ederken bir süre sonra Atatürk masaya döndü, eliyle yanağımı okşadı ve ' Selahattin Bey, sizin ve sofranın biraz zevkini kaçırdım, kusura bakmayın' dedi ve yerine oturdu. Biraz daha sohbetten sonra yemek bitiminde yerinden kalktı, yine eli omzumda beni kapıya kadar götürdü ve iyi geceler dileyerek yolladı. O geceyi, Atatürk'ün o hüzünlü halini, ona o gözyaşını döktüren ruh halinin nedenini hala merak ederim, zira çok üzülmüştüm. Sonraki davetlerinde böyle bir olay hiç olmadı, şarkılarımı hep keyifle dinlemişti.."
SEVGİLİ ATA'M ; SOLUK ALDIĞIM SÜRECE SENİ UNUTMAYACAĞIM VE UNUTTURMAYACAĞIM... ( Vedii Yukaruç )
( Çankaya Köşkü Kütüphanecisi NURİ ULUSU'nun anılarından ...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder