23 Kasım 2012 Cuma
298 ) BİR CUMHURİYET KADINI...
Afet İnan, anne tarafından Makedonyalıdır. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Bursa Kız Öğretmen Okulu'nu bitirir. İlk görevi İzmir'de ilkokul öğretmenliğidir. Afet Hanım'ın ailesinin Makedonya kolunu tanıyan Atatürk kendisi ile İzmir'de bir okul müsameresinde karşılaşır. O zaman Afet Hanım 17 yaşındadır. Babası İsmail Hakkı Bey ile mutabık kalınarak, Atatürk'ün Afet İnan'ın öğrenimine devamı ile ilgisi orada başlar. Afet Hanım'ın bütün arzusu Avrupa'da öğrenimine devam edebilmektir. Atatürk, müsamere gecesi öğrendiği bu arzu ile ilgilenir. Önce Lozan'da, sonra İstanbul'da Fransız okulunda öğrenimine devam eder. Ankara'da ilk görevi Musiki Muallim Mektebinde tarih ve yurtbilgisi öğretmenliğidir. Kız Lisesinde tarih öğretmeni iken Cenevre'de üniversite öğrenimini tamamlamaya gider. Tarih-Coğrafya Fakültesinde görev alır. Fakat akademik kariyerini yapışı, Atatürk'ün ölümünden sonradır. Doktorasını 1940'da yapar. 1941-42'de doçentlik sınavlarını tamamlar ve 1950'de profesör olur.
Afet İnan'ın, Atatürk'ün yanında, Atatürk için bir sükun, denge unsuru ve ayrılmaz bir varlık haline gelişinden sonra Atatürk'e sağladığı huzur, bilhassa yorgun yıllarında, bu büyük adamın bir mutluluğu olmuştur. Çünkü eğer bu son yıllarda Atatürk'ün hayatında Afet İnan gibi bir "huzur iklimi" olmasaydı, Atatürk yalnızlığını belki çok daha acı hissederdi. Hırçın, tedirgin olabilirdi. Çünkü bu gibi kişiliklerde, bilinç altına itilmiş ilkel içgüdüler, onların hasta, yalnız anlarında ön plana çıkarlar. Büyük aksiyon adamlarının depresyon devrelerinde en büyük düşmanlıkları, bu önceleri bilinçaltında uyuyan, fakat sahibinin kontrolü zayıflayınca ön plana çıkan içgüdülerdir. Son çağlarında kuşkucu, kinci, kıskanç veya zalim olan hükümdarların ve kahramanların öyküleri bilinen şeylerdir. Çünkü çöküntü döneminin depresyonları öyle bir ruh halidir ki, o dönemde bilinç, bilinçaltını kontrol edemez. Büyük adamlarda bu dönemler, çoğunlukla dengeli bir hal değildir. Bu dönem, bir iç hesaplaşmayla beraber artan bir tür küskünlük halidir. Bir tarihi kişilik, kendini hayata bağlayan bin bir çeşit bağıntının gevşediğini, birer birer koptuğunu gördüğü bu dönemde, eğer ruhuna eş olacak bir yakın insana, kendisinin son yıllarını serinletecek bir huzur iklimine kavuşmamışsa, hırçınlık onu ister istemez, zalim bile yapabilir..
Atatürk gibi, hayatı boyunca ileri nitelikleri olan bu insan, mantık ve akıl gücü ile, hayatla olan son hesaplarını, elbette çok daha dengeli kapatabilirdi. Fakat Afet İnan, bir taraftan iyi yoğurulmuş bir aile hamuru ve soy nitelikleri ile, bu hesaplaşmayı çok daha kolaylaştırdı. Afet Hanım şöyle konuşur :
"Atatürk'ün çevresine güç alıştım. Çok deneyimsizdim. O büyük bir kişilikti ve şunu kavradım ki, O'nu anlamam için benim de kişiliğimin gelişmesi gerekti.."
Afet İnan'da Atatürk, kendi ruhuna yakın ve yalnızlığına eş olan, iddiasız bir sükun havası buldu. Ona, hiçbir yakınına göstermediği sevgi ve yetiştirici ilgiyi gösterdi..
Atatürk, yalnız Afet İnan için, bir insanın duyabileceği en yakın benimseme duygusunu duymuş ve onu resmen manevi evlat edinmek istemiştir. Fakat Afet İnan, hiç şüphe yok ki öz aile bağlarından ve terbiyesinden gelen bir davranışla, Atatürk'ün bu kararına rağmen ve nazik bir davranışla, kendi babasının kızı kalmak yolunu tercih edebilmiştir. Zaten Afet İnan'da, ailesine ve vatanına olan iç bağlılıklar, daima güçlü kalmıştır...
Lord Kinross, Atatürk'ün hayatını inceleyen dostlarının, tanıyanlarının kendisinden beklediklerine bakarak yüzeyde kalan eserinde, Atatürk için Afet İnan'ı bir kültür sembolü olarak niteler. Fakat Afet İnan'ın Ata'ya yakınlığını, aile durumunu, eğitim ve akademik kariyer gelişmelerini yanlış verir. Atatürk'ün Afet İnan'ı bir kültür kadını olarak yetiştirmek, onu kültür kuruluşlarında, üniversitelerde, içeride ve dışarıda ilim kürsüsünde, konferanslarda, üstün nitelikleriyle saygı toplayan bir kadın olarak görmek yolundaki ihtiraslı çabaları heyecan vericidir.
Örneğin Afet İnan ilk kez, Ankara Türkocağı'nda konuşacaktır. Aydınlar, profesörler, yabancı diplomatlar davetlidir. Afet İnan'ın bu konuşması için günler ve geceler boyunca hazırlanılmıştır. Fakat Afet Hanım'ın kürsüde kıyafeti ile dahi, bir başka kadın olarak görünmesi lazımdır. İşte o zaman bu kıyafet Atatürk'ü uzun uzun düşündürür. Resimler, şekiller çizilir. Sonunda terziler çağrılır ve henüz 22 yaşındaki bu genç kıza, yarı öğretmen, yarı rahibe, yarı kürsü profesörüne yakışan bir kıyafet, Atatürk'ün bin bir titizliği içinde meydana çıkar.
Ondan sonra Afet İnan'ın yolu seçilmiştir : Hoca ve sosyal hayatta etkili bir kadın profesör olacaktır... Artık iki taraflı bir çaba başlar. Ama bu arada, sosyal problemler üstünde Atatürk için bir kültür sembolü de olmuştur. Örneğin kadınlara Türkiye'de belediye seçimleri hakkı meselesi, onun Musiki Öğretmen okulunda çocuklara verdiği bir okul görevi ile ön plana çıkar. Okulunda temsili bir seçimde birinci seçilen ve temsili olarak belediye başkanlığı kazanan bir kıza karşı, erkek öğrenciler itirazda bulununca, soluğu Atatürk'ün yanında almış ve ağlayarak bu olayı O'na anlatmıştı. Atatürk de hemen duruma el koymuştu. Devrin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Bey çağrılmış ve bu yanlışın düzeltilmesi için hemen çalışmalara başlanması talimatı verilmişti. Afet İnan bu olaydan çok etkilendiği için, bu yasa çıkana kadar ders vermemişti..Elbette ki ergeç meydan atılacak olan bu dava, bir an önce kanunlaşma sahasına doğru yürür. Şükrü Kaya Bey'in yaptığı çalışmalarla, önce 26.10.1933'de Cumhuriyet'in onuncu yılına özel çıkarılan bir kanunla Türk kadınları köylerde, köy ihtiyar heyetlerine seçme ve seçilme hakkına kavuşmuş, bununla da yetinilmeyerek bir yıl kadar sonra, 05.12.1934 tarihinde, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını Meclis'e çıkartmış ve böylece Afet İnan'ın sayesinde Türk kadını ilk kez böyle büyük ve önemli bir hakka sahip olmuştu..Bu tarihi karar, iki gün sonra İstanbul'da kadınlar tarafından coşkulu bir mitingle kutlanmıştı. Sonra tarih konularında Atatürk'ün ilk öğrencisi odur. Atatürk ilk sezilerini ve çalışmalarını adeta onunla işler. Örneğin Afet İnan'ın elindeki Fransızca coğrafya kitabında, Türkler "ikinci derecede ırk" olarak gösterilmişti. Bu, Ata'yı isyan ettirdi : "Niçin öyle olsun ?.."
Ve sonra gece gündüz münakaşalar, araştırmalar başlar. O sıralarda Atatürk'ün de kitaplarını çok okuduğu ve beğendiği ünlü yazar Pittard'ın "Irklar ve Tarihler" adlı kitabını alınarak çalışmalara başlanır. Afet Hanım kitabı iyice okuduktan sonra, lisede okuduğu Fransızca kitapları yazanların tam tersine Türklerin çok uygar bir toplum olduğunu ve gittikleri, hatta istila ettikleri her ülkeye de kültürlerini taşıdıklarını öğrenir..Nitekim Afet İnan'ın 28.04.1930'da Türk Ocağındaki konferansının konusu da Türk kültürü ve Türklerin uygarlığa hizmetleridir.
Özetle Afet İnan, Atatürk'ün son yıllarında ve O'nun hemen bütün gün ve gecelerini verdiği tarih hareketlerinde ve nihayet O'nun ağır ve çileli son hastalık aylarında daima Atatürk'ün yanındadır..
Atatürk'ün kütüphanecisi Nuri Ulusu, "Atatürk'ün Yanı Başında" adlı anı kitabında, Afet İnan'la ilgili şu satırları yazar :
"Köşk'e geldiği zamanlar özel odası vardı, orada kalırdı. Atatürk kimseye fazla zaman ayırmaz, ama Afet Hanım'a ayırır, onunla çok ilgilenirdi (...)
Atatürk, H.C.Wells'in yazdığı tarih kitaplarını çokça okurdu. Afet Hanım'ı da, bu tarihçiyle ilgili yaptığı çalışmalardan dolayı çok takdir ettiğini bilirim. Çünkü Wells'in bilhassa 'Dünya Tarihinin Genel Hatları' adlı kitabı o yıllarda Türkçe'ye yeni çevrilerek basılmıştı. Bu kitap, dünya tarihini en iyi ve ayrıntılı şekilde anlatıyordu (...)
15.04.1931'de Atatürk Türk Tarih Kurumu'nu kurduktan sonra, Afet hanım'ı da bu kurulun bir numaralı kadın üyesi olarak atamıştı ve o yıl ilk defa dört ciltlik tarih kitabı basılarak liselerde okutulmaya başlandı. Afet Hanım yine aynı günlerde, Atatürk'ün de yardımıyla o dönem yediden yetmişe herkesin okuduğu ve ilerideki yıllarda da hep önemini korumuş olan 'Medeni Bilgiler' kitabını yazmıştı..
Afet Hanım'ın yoğun çalışmaları ve Atatürk'ün desteğiyle bir üniversite reformu yapılarak, 01.08.1933'de İstanbul Üniversitesi kurulmuştu.
Yaptığı bu çalışmalardan dolayı, Atatürk 21.06.1934'de çıkan Soyadı kanunu ile Afet Hanım'a 'İnan' soyadını bizzat kendisi vermişti. Afet İnan 25.03.1935'de de Türk Tarih Kurumu'nun İkinci Başkanlığına seçilmişti (...)
Atatürk'ün son hastalık safhalarında Afet İnan yurt dışındaydı, ama Atatürk ile devamlı mektuplaşırlardı. Mektubu geciktiğinde bana ve arkadaşlarıma her gün mektup gelip gelmediğini sorardı. Gelmediğini söylediğimizde hüzünlendiğini görürdük. Mektupları geldiği zaman ise, yüzü güler, hemen açar, okur, gülümserdi..
Durum çok ağırlaşınca Afet Hanım derhal yurda döndü ve Saray'da kendisine ayrılan özel odada kalmaya başladı.
Bir gün Ata'nın odasındayken yanındaki yakın arkadaş ve yaverlerine 'Beni biraz orman havası olan bir yerlere götürün, bir süre böyle ormanlık bir yerde yaşamak istiyorum' dediğini duydum. Derhal araştırma başladı. Afet Hanım da bu çalışmalara bizzat katılıyordu. Sonradan öğrendik ki meğer Atatürk'e bu fikri veren Afet Hanım imiş, çünkü çocukluğu ormanlık bir yerde geçtiği için Afet Hanım ormanı çok severdi, ama maalesef Atatürk'ün ömrü bu isteğini görmeye yetmedi..
Atatürk'ün ilk büyük komaya girdiği gün, Afet Hanım ile birlikte ben de odada yanındaydım. Afet Hanım yanına oturmuş ve ellerini elleri içine almış, gözleri nemli nemli otururken birden Atatürk gözlerini açtı, baktı ve gözlerini Afet Hanım'a çevirerek 'Afet, bana ne oldu ? Ne oldu bana ?' dedi. Afet Hanım o şok ve üzüntüyle yanıt veremedi. Atatürk yine ona bakarak, 'kızım demek ki ölüm böyle olacak, herhalde' dedi ve yine gözlerini kapattı, daldı gitti..
Afet Hanım ve bizler odada şok olmuştuk. O'nun ağzından ölüm sözünü duymak hepimizi derin bir üzüntüye boğmuştu. Afet Hanım yerinden kalktı ve gözyaşlarını tutamayarak odadan adeta kaçar gibi koşarak çıktı.."
EĞİTİM ORDUMUZUN TÜM ATATÜRKÇÜ VE AYDIN NEFERLERİNİN "ÖĞRETMENLER GÜNÜ" KUTLU VE MUTLU OLSUN !...
( Şevket Süreyya Aydemir'in "Tek Adam" adlı kitabının 3. cildinden alıntılar yapılmıştır..)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder