15 Temmuz 2011 Cuma

63) BOŞ İNANÇLAR !..(3. BÖLÜM)

   28 Ağustos 1533'de Sultan Süleyman'ın İran seferine çıkışının ertesi gününe rastlayan 29 Ağustos'ta Dernschwam, sürülerle akbabanın sabahtan akşama kadar akın akın sultanın gittiği yöne doğru uçtuğunu görür. Bütün yıl boyunca kentin her yanı akbabalarla dolar. 11 Temmuz 1554'de önünden geçtiği bir caminin avlusunda yüzlerce akbabanın kendileri için havalara atılan etleri kapıp uçuştuklarından söz eder. Kendisine bunun Tanrı aşkına, kutsal bir görev olarak yapıldığı, bir süre önce ölen ve Sultan Selim adına yaptırılan caminin avlusuna gömülen varlıklı bir Türk'ün ruhunun huzur içinde olması dileğiyle etlerin kuşlara atıldığı söylenir. Elçiliğin çevresinde bile koyun ciğeri, işkembesi ve diğer iç organları her gün atılırdı...
   Pedro, Türklerin çok yardımsever kişiler olup hem insanların, hem de hayvanların konaklaması için yol üzerinde kervansaraylar yaptırdıklarını, öldükten sonra da iyi anılmak için yardım kurumları, çeşmeler, sebiller bıraktıklarını yazar. Pedro'ya göre, İstanbul kıyılarında balıkları beslemek için denize yiyecek atan, kentte kuşlara yem veren kimselere çok sık rastlanır.
   Hayvanları öldürmek günah sayıldığından sultanın sarayı çevresinde bile yüzlerce sahipsiz, üstelik çoğu da uyuz, kedi köpek vardır. Bunlar hayırsever kimselerce beslenir, bakılır ; bu yüzden de hızla ürerler. Türkler yakın çevrelerinden birisi hastalandığında ya da önemli bir hastalıktan kalktığında, inançları gereği kedi ve köpeklere yiyecek verirler, kafesteki kuşları salarlar..
   Gerlach, Türklerin üzerlerine giydikleri giysilerin kollarının çok geniş olduğunu ve ancak dirseklerine ulaştığını gördü. Bunun nedeni Muhammed'e olan saygılarındandı. Çünkü bir defasında Muhammed uyurken bir kedi gelmiş giysisinin uzun koluna yatmış. Peygamber uyandığında uyuyan kediyi rahatsız etmek istememiş ve elbisenin kolunu dirseğinden kesmiş. Aynı nedenden ötürü, kedi ve köpeklere saygı gösterir, onları pişmiş etle besler, sık sık bir akçe değerinde et alıp bunun bir kısmını sokaklara, kalanı da kuşlar için damlara bırakırlardı.    
   Gerlach, yirmi otuz atlının, Allah'ı hoşnut etmek için, kentte dolaşıp sokak ortalarında yatan köpekleri topladığını, kuşları azat ettiğini, balıkları suya attığını yazıyor...
   Ev ev gezip para dilenen çok sayıda kör ya da yarı kör vardı. Arkalarında sıra halinde kümes hayvanları olurdu. Kimse bunları geri çevirmezdi. Çünkü bunların Mekke'ye, hacca gittiklerine ; daha sonra, bu dünyanın boş şeylerini görmemek için gözlerini dağlayıp üzerine özel bir toz dökerek gözün tamamen eriyip kaybolmasını sağladıklarına inanılıyordu. Bu kimseler onlara Muhammed'in sevgisini kazandırıyor ve başkalarının ruhları için de aracı oluyorlardı.
   Türklerce hayırseverlik kabul edilen ve Tanrı'nın rahmetini sağlayacağına inanılan bir başka hareket de su dağıtmaktı. Kent içinde erkekler muslukları olan deri torbalar içinde taze memba suyu taşırlar, isteyenlere teneke kaplarda verirlerdi. Su içmek isteyen kim olursa olsun (Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi), sadece istemesi yeterliydi. Pek çok kimse su taşıyanları isteklendirmek için bağışlarda bulunuyordu.
   Yüzlerce saka sabahtan akşama kadar, paşa konaklarından küçük evlere kadar kentin her yanına su dağıtırdı. Su, atın iki yanına asılan özel olarak yapılmış çok büyük deri tulumlarda taşınırdı. Çok miktarda su alan bu tulumların ikisini bile bir beygir zor çekerdi. Tulumun ağzı suyun rahatça doldurulabilmesi için oldukça geniş tutulurdu. Diğer yanıysa biraz daha dar ve uzun, baca biçimindeydi. Sakalar, bu kapların yanında bir de küçük kap bulundurur, evlerin önünde beygirlerini durdurur, beygirin eyerine bağlı olan büyük tulumu, yerinden çıkarmadan küçük kabı altına tutarak musluktan doldurur gibi küçük kaba su doldurur, evden getirilen kaba boşaltırlardı. Sakaların taşıdıkları tertemiz berrak su yetkililerce sürekli olarak denetlenirdi. Yoldan geçenlerden su isteyen olursa sakalar hemen verir ; bunun için de yanlarında ayrı bir kap taşırlardı. Sakalar, çoğunlukla yetkililerden belirli bir ücret alırlar, dağıttıkları suyun karşılığında kesinlikle kimseden para almazlardı. Bazıları bu işi Tanrı aşkına yapardı.
   Çok sayıda su taşıyıcısı kent sokaklarında ve varoşlarında gün boyunca memba veya sarnıç sularını işlemeli örtülerle örtülü deri tulumlarda taşırdı. Bir ellerinde iyi altın yaldızlı Şam işi madeni bir maşrapa bulunurdu. Su daha güzel görünsün diye maşrapanın dibine yeşim veya mercan benzeri taşlar koyarlardı. Öbür ellerinde bir ayna taşırlar, su içmeye gelenlere aynayı tutarlar ve kendisine aynada bakmasını ve ölümü düşünmesini söylerlerdi. Su için para istemezlerdi, ama verildiğinde de hoşnutlukla kabul ederlerdi. Hoşnutluklarını parayı verenin yüzüne ve sakalına kuşaklarından sallanan küçük şişeden kokulu su serperek belirtirlerdi. Bu sakaların çoğu hacıydı. Bu işi iyilik olsun diye yapıyorlardı. Diğerleri ise vakıflardan veya hayırsever birinden belli bir para alırlardı. Aynı yardımseverlikle birçok evin dışında büyük mermer çeşmelerde su bulunduruluyordu. Bunlar kilit altında tutulurdu. Ancak, altta, bakır bir musluk ve demir bir zincire bağlı bir maşrapa olurdu. Dolayısı ile yoldan geçenler su içebilir veya ellerini yıkayabilirlerdi. Bunun gibi önünde çeşmesi olmayan dükkan sayısı çok azdı.
   Bir kez Nıcholay elli saka görmüş. Hepsi de su taşıyorlar ve kentte yeni yıl armağanları isteyerek dolaşıyorlarmış. Hepsi, onuruna o günü kutladıkları aziz için bir araya gelmişler. İnsanları gönüllendirmek amacıyla orada duranlardan birine elma, bir ötekine portakal, bir başkasına kokulu su veriyorlarmış...    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder