26 Temmuz 2011 Salı

70) RÜŞVET !.. (1. BÖLÜM)

   Rüşvet... Tarihin en eski olgularından birisi.. Toplumun en alt ve en küçük birimlerinden en üsttekilere kadar binlerce yıldır alınmış, verilmiş.. Bazen belgesi de olmuş. Özal dönemi iş adamlarından Selim Edes'in bir banka genel müdürüne, "rüşvetin de belgesi mi olur p.z.v.k.." demesine rağmen...
   En küçük birim olan aileyi ele alalım örneğin. Arası şekerrenk olan bir karı kocayı düşünün.. Akşam işinden dönen kocanın eve elinde bir demet çiçekle girdiğinde düzelmeye başlayan ilişki, yemekten önce verilen bir takı ile tamamen normale dönüşmüştür.. Şimdi, adamın verdiği bir tür rüşvet değil de nedir ? Ters davranışlarını değiştirip tekrar "ideal eş" konumuna giren kadın da rüşveti aynen kabul etmiş olmuyor mu ?..
   Sınıfını geçmesi şartıyla çocuğa hediye sözü vermek, işi çabuk bitirmeleri için işçilere prim teklif etmek, sporculara maçı kazanmaları için verilen prim, sadece formasını giyebilmek bile büyük bir gurur kaynağı olan ulusal spor takım oyuncularına verilen galibiyet veya madalya primleri, takımlara verilen teşvik primleri, oy için zor durumdaki insanlara dağıtılan erzak torbaları, kömürler, hatta beyaz eşyalar ne oluyor ? .. Bunlar da aynı kategoriye girmez mi ?..
   Yurdum insanı çocukluğundan itibaren bu olguyla iç içe olduğundan, çok fazla tepki göstermez rüşvet haberlerine.. Hatta içten içe takdir bile eder !.. Koskoca cumhurbaşkanı, merhum Özal bile, "benim memurum işini bilir !.." sözünü ettiğine ve balık da genellikle baştan koktuğuna göre fazla söylenecek bir şey yok...
   Osmanlı döneminde de birçok örneği var rüşvetin.. Aslında her padişahın tahta çıktığında cülus adı altında askere dağıttığı paralar, askerin padişaha itaat etmesi için baştan verilen bir rüşvet değil midir ?..
   En büyük rüşvetleri, doğal olarak en üst kademelerdeki yetkililer almıştır.. Tesadüf mü bilmiyorum ama, başkentte rüşvetle suçlanan vezirlerin büyük çoğunluğunun geçmişinde Mısır Valiliği olması bana ilginç geliyor. O ülkeye kim gittiyse Karun gibi döndüğüne göre ...
   Örneğin Hadım Hasan Paşa... Mısır Valisiyken aldığı rüşvetler nedeniyle azledilmiş, İstanbul'a geldiğinde de hapsedilmiş. Padişahın annesi, Venedik asıllı, Safiye Sultan'a sunduğu hediyelerle ve paralar sayesinde affa uğramış ; onunla da kalmamış, vezir-i azam olmuş !.. Demek ki ala ala vermesini de öğrenmiş !..
   "Alışmış kudurmuştan beterdir" sözü boşuna söylenmemiş ; rüşvetçiliğe dolu dizgin devam etmiş.. Memuriyetleri yüksek paralar karşılığında satar, herkese de, aldığı paraları Valide Sultan'a vermek zorunda olduğunu söylermiş !.. Ama gerçekten de sadareti boyunca her hafta Safiye Sultan'a yığınla hediyeler getirip durmuş..
   Bir gün Kapıağası Gazanfer Ağa ve şeyhülislam olmak isteyen Hoca Sadeddin Efendi, Yeniçeri Ağası Tırnakçı Hasan Ağa'yı da saflarına çekerek, vezir-i azamın aldığı rüşvetleri gösteren bir defteri Padişah 3. Mehmed'e sunmuşlar..
   Hadım Hasan Paşa, vezir-i azamlığının altıncı ayında, Safiye Sultan'ın yaptıracağı Yeni Cami'nin temelini atmaya giderken, bostancıbaşı tarafından yakalanmış. Önce beş altı gün Yedikule zindanlarında kaldıktan sonra 1598 yılı Mayıs ayında boğularak idam edilmiş...
   4. Murad'ın vezir-i azamı Kemankeş Kara Ali Paşa da rüşvete hiç dayanamayanlardanmış.. Kendisini bu konuda uyaran Şeyhülislam Yahya Efendi'yi padişaha, "sizin tahta geçmenizi engellemeye çalışmıştı" diye şikayet ederek azlini sağlamış. O da boğdurularak öldürülmüş ama rüşvet nedeniyle değil .. Bağdat'ın İranlılar tarafından ele geçirildiğini padişahtan sakladığı için !..
   Bir başka örnek de Çorlulu Ali Paşa.. Padişah 3. Ahmed'in yeğeni Emine Sultan ile evli.. Önceleri Ruslara karşı İsveçlileri tutarken ; Rus Elçisi Tolstoy onu öylesine armağanlara boğmuş ki, gözleri kamaşarak, o sıralarda İstanbul'a sığınmış olan İsveç Kralı XII. Şarl'ın ülke dışına çıkarılması için harekete geçmiş.. Kral da İstanbul'daki elçisi Ponyatovski'yi padişaha gönderip, vezir-i azamın Ruslardan rüşvet aldığını ihbar etmiş..
   3. Ahmed, paşayı azletmiş ama, arada akrabalık da olduğu için, malına mülküne dokunmayarak, Kefe eyaletine tayinini çıkarmış..  Ama bu paşanın sonunu getiren de gösteriş merakı olmuş.. Yanına beş yüz atlı alıp Kefe'ye debdebeli bir giriş yapmak istemiş.. Rakipleri hemen padişahı, ileride isyan edebileceği konusunda uyarmışlar ve Midilli kalesinde kalebentliğe mahkum olmuş.. İşin ironik yanı ; kalede hapis yatarken, padişahın ondan özgürlüğü karşılığında iki bin kese altın istemesi, paşanın da vermemesi üzerine boğdurulması !... Rüşvet vermediği için ölen rüşvetçi !...
(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder