12 Mart 2013 Salı

339 ) AMAN DOKTOR, DERDİME BİR ÇARE !..

     

   1942 yılı ara seçimlerinde Denizli milletvekili seçilen Dr. Behçet Uz, Birinci Şükrü Saracoğlu kabinesinde kendine yer bulur. Üç yeni bakan gelmiştir kabineye.. Dışişleri'ne Numan Menemencioğlu ; Tarım Bakanlığı'na, adı sonradan Toprak Kanunu ile çok duyulacak olan, Şevket Raşit Hatipoğlu ve Ticaret Bakanlığı'na da Dr. Behçet Uz...
   Behçet Uz'un adı hemen işitilmeye başlanır..Çünkü o göreve, rahmetli Refik Saydam'ın başına dert açan mal darlığına çare bulsun diye getirilmiştir..
   Gerçi mesleği hekimliktir, çocuk doktorudur. Ama milletvekilliğinden önce İzmir'de on yıl süreyle başarılı bir belediye başkanlığı yapmıştır. Şehrin yeniden yapılandırılmasında ve İzmir Enternasyonal Fuarı'nın  oluşturulmasında büyük katkısı vardır. 1942'de henüz 49 yaşındadır. Denizli milletvekili olmasına rağmen İzmir'de oturmaktadır. Oradaki muayenesini daha kapatmamıştır.
   Bu göreve nasıl getirildiğini, çok sonra yaptığı bir televizyon söyleşisinde şöyle anlatmıştır :
"İzmir'deydim. Beni telefonla buldu Saracoğlu. 
-İnönü'nün yanından telefon ediyorum, dedi, seni bakan yaptık..
Ben şaşırdım. 'Ne bakanı' dedim. 'Ticaret Bakanı' dedi. 'Ne münasebet' dedim, 'nasıl Ticaret Bakanı olurum ?'  'Yok',dedi, 'sen İzmir'e imzasını atmış adamsın. İzmir Fuarı gibi bir eserin var. Ticaret Bakanlığı sana ağır mı gelir ?'.. Sonra da şöyle devam etti : 'İnönü diyor ki, lafı fazla uzatmasın. İlk vasıtayla gelsin.' "
   Uz bu talimatı alınca İzmir'deki muayenehanesini kapatır. Denizli üzerinden Ankara'ya doğru yola çıkar. Artık aklına hep yeni görevinde uğraşacağı sorunlar gelmektedir. Muayene ettiği son hastalardan işittiklerini de, o açıdan değerlendirmektedir. Bu değerlendirmelerin sonucunun ülkedeki etkileri çok tartışmalı olacaktır. Bunların, ünlü Varlık Vergisi'nin çıkarılışında da rolü olacaktır. 
   Uz, televizyon söyleşisinde şunları anlatır :
"Muayenehaneme bir çocuk getirmişlerdi. Babasına, 'Birkaç gün pirinçle pirinç suyundan başka bir şey vermeyin' dedim. Adam çocuğu aldı gitti, bir süre sonra dönüp geldi ve dedi ki : 'Pirinç bulamadım. Bari hükumete söyleyin de, hastalar için eczanelerde satsınlar pirinci !'.. Gıda maddelerinin yokluğu bu derecedeydi. Buğdayın beş kilodan fazlasının bir yerden başka bir yere nakli yasaktı. Jandarmalar bunu görürlerse müdahale ediyorlardı. Köylü de malını evinde saklıyordu. 
 Bunları düşünerek Denizli'ye geldim. Denizli milletvekili olduğum için beni karşıladılar. Osman Çiftçi adındaki bir arkadaş, benimle konuşmak istedi. Mahsul niçin saklanıyor, anlattı. 'Peki sen ne düşünüyorsun ?' dedim. 'Milli Korunma Kanunu'nu kaldırırsanız, bu sıkıntılar ortadan kalkar' dedi.."
   Doktor Uz, Ankara'ya Osman Çiftçi'nin önerisini benimseyerek gelir. Ticaret Bakanı olduğu ilan edilir edilmez, Milli Korunma Kanunu uygulamasını en azından hafifletmek, fiyatları da bir ölçüde serbest bırakmak istemektedir. Bunun için bir kararname taslağı hazırlar ve hükumete getirir. Başta Maliye Bakanı Fuat Ağralı, bazı bakanlar buna itiraz ederler. Ama Uz, İnönü'nün desteğini almıştır. Bunu şöyle anlatır :
"Bu münakaşayı dinledikten sonra İnönü dedi ki : 'Ben Doktor'a hak veriyorum. Siz hükumetsiniz. Önleminizi ona göre alın. Ben gidiyorum..' Ama kapıdan çıkarken, işaret etti, beni dışarı çağırdı. Kenara çekerek, ' Doktor, sen politikada daha acemisin. Bunların elinden imzayı almadan işi bitirdiğini sanma'.. Ben içeri girdim ve ısrarımı sürdürdüm.Kararnameyi çıkarttık.."
   Kararname çıkar, ekonomik hayattaki fiyat kontrolü hafifletilir. Fakat bu defa da, Maliye Bakanı'nın tahmin ettiği gibi, fiyatlar baş döndürücü bir şekilde yükselmeye başlar.. 
   İki durum da birbirinden beterdir. Fiyat kontrol sistemi, Milli Korunma Kanunu'ndaki cezalara rağmen, karaborsacılığı önleyememektedir, ihtiyaç maddelerinin piyasaya çıkmasını sağlayamamaktadır. Fiyatlar serbestleşince de pahalılıkla baş etmek mümkün olamamaktadır..
   "Pahalılık" sözünü kullanmamızın nedeni, "enflasyon" sözünün o zamanlar kullanılmamasıdır. Ama, tabii, şu bilinmektedir : Türkiye'deki üretim, ne devletin savaş sırasında artan ihtiyaçlarına yetmektedir ; ne de halkın en vazgeçilmez ihtiyaçlarına...
   Ekonomi diliyle, "arz", "talep"in çok gerisinde kalmaktadır.. Doğal olarak, bu arz-talep dengesizliğinden faydalanarak zenginleşenler de az değildir.. "Harp zengini", "istifçi", "karaborsacı", "muhtekir/vurguncu"... Bunlar, İkinci Dünya Savaşı döneminin en sık kullanılan sözlerindendir. Birinci Dünya Savaşı sırasında da aynı şeyler olmuştur. O zaman da bunların saptanıp cezalandırılması istenmiş, fakat bunun kolay olmadığı görülmüştür..
   Refik Saydam yönetimindeki Milli Korunma Kanunu uygulamalarıyla kanıtlanan "istifçilik" olayları devede kulaktır. Bununla karaborsacılığın tamamen caydırılması mümkün değildir. Fakat o önlemlerin kaldırılması halinde de, istifçilikle sağlanan haksız kazançlar yasal hale gelmektedir. Her iki halde de bunun sıkıntısını halk çekmektedir ve bu sıkıntı giderek artmaktadır..
   Fiyatlarda devlet kontrolü mü ? .. Sınırlı da olsa piyasa ekonomisi mi ?..
   Savaş koşulları altında ikisi de başarısız kalınca, başka çareler aranmaya başlanır.. Varlık Vergisi işte bu arayışın sonucudur...   

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder