29 Mart 2013 Cuma

Bilime katkıları büyük olan bir kaç bilim insanımız

Bilime katkıları büyük olan bir kaç bilim insanımız



(Alfred Nobel (1833 - 1896) )


Bugün kendi adıyla verilen Nobel Ödülleri ile tanınan Alfred Nobel, 1 Ekim 1833’te iflas etmiş bir iş adamının oğlu olarak dünyaya geldi. Babasının değerli ticari malzemelerle yüklü gemisi battığı için aile iyice yoksullaşmış, ağabeyleri Ludvig ve Robert sokaklarda kibrit satarak ailenin geçimine katkıda bulunmaya çalışıyorlardı. Tarihe ‘dinamitin mucidi’ olarak geçen Alfred Nobel, patlayıcılara olan düşkünlüğünü babasından aldı. 1937’de Alfred henüz 4 yaşında bir çocukken babası Immanuel Nobel, Saint Petersburg’a taşınır ve burada bir mayın fabrikası kurar. 

Zaman içinde Alfred Nobel’in patlacıyılara olan ilgisi artar. 1866 yılında yüzde 75 oranında nitrogliserini, yüzde 25 oranında emici bir toprak türü olan kieselguhr ile karıştırır ve o ‘müthiş’ maddeyi bulur: Nobel’in Güvenlik Barutu ya da daha çok bilinen adıyla dinamit. Bu buluşu, Nobel’in kısa sürede bütün Avrupa’da dinamit kralı olarak tanınmasına neden olur. Nobel’in patlayıcılara olan bu merakı yıllar önce Stokcholm yakınlarındaki Heleneborg’da kurduğu küçük laboratuarında, deneyler yaparken küçük kızkardeşi Emil’in ölümüne neden olmuştu. 1879’da Paris yakınlarındaki Sevran’da bir laboratuar kuran Nobel, buradaki çalışmaları sırasında dumansız barutu keşfeder. Bu dönemde Fransa’ya karşı kurulan bir ittifakta yeralan İtalya ile işbirliği yapan Nobel, aleyhine başlatılan kampanyalar sonucunda Paris’i terkederek İtalya’daki San Remo’ya yerleşir. 
Nobel, San Remo’da 1896 yılında beyin kanaması sonucu yaşama veda eder. Vasiyetinde,. servetinin 1 milyon kronunun yeğenleri ve bir dönem aşık olduğu Sofie Hess arasında paylaştırılmasını, geri kalan 33 milyon 200 bin kronunu da her yıl insanlığa hizmette bulunanlara sunulmasını istemişti. Bu ödüller fizik, kimya, tıp ya da fizyoloji, edebiyat ve barışa hizmet olmak üzere toplam beş dalda verilecekti. 
Nobel’in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yaratır. Ancak 1900 yılında İsveç Hükümeti Nobel Vakfı’nı kurar. Bu yıldan sonra da Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlanır



Dimitri İvanoviç Mendeleev (1834 - 1907) 

On yedi kardeşin en küçüğü olan Mendeleev,Sibirya'nın Tobolska şehrinde doğmuştur (1834). Babası bir lise müdürü, büyük babası ise Sibirya'nın ilk gazetesinin yayımcısı idi. Dimitri ilk tahsilini sürgünde iken yaptı. Babasının ölümünden sonra annesi onun daha iyi bir eğitim alması için St. Petersburg'a göç etti. 
Dimitri, St. Petesburg Üniversitesinde kendini tanıttı. Tezini "alkol ve suyun birleşmesi" konusu üzerine yaptı (1856). Fransa ve Almanya'da, Bunsen ve bir çok Avrupalı bilim adamıyla buluşup, çalışan Mendeleev, 1858 yılında Almanya'daki Karlsruhe (Kalzrue) konferansına katıldı. Bu konferansta "Avogadro hipotezi" üzerine şiddetli tartışmalar olmuştu. Daha sonra ilk petrol kuyularını görmek üzere Pensilvanya'daki petrol sahalarını gezdi. Rusya'ya dönüşünden sonra yeni bir ticari damıtma usulü geliştirdi. 32 yaşında St. Petersburg Üniversitesinin inorganik kimya kürsüsünde profesör oldu. 
Elementlerin fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki düzenlilikten yola çıkarak elde ettiği periyodik tablo, onun en büyük çalışması idi. Bu düzenleme esnasında,o güne kadar bulunamamış bazı elementlerin varlığını ve özelliklerini tahmin etti (1869). Bir kaç yıl içinde varlığını haber verdiği elementlerin keşfedilmesi Mendeleev'i kısa sürede dünya çapında ünlü bir kimyacı hâline getirdi. 
Periyodik tablo, Mendeleev'in mükemmel yorumculuğu ve üretici zekasının çarpıcı bir ürünüdür. Mendeleev'in 25 büyük kitaptan oluşan diğer çalışmaları da oldukça ilginçtir. O'nun İzomorfizm hakkındaki bilgileri organize etmesi, jeokimyanın gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca, kritik kaynama noktasını bulup, çözeltilerin hidrat teorisini geliştirmesi onun büyük bir fizikokimyacı olarak anılmasına sebep olmuştur. Mendeleev, 70 kadar akademi ve ilim topluluğunun üyesi idi. Kendi deyimiyle onun birinci hizmeti ilmi araştırmaları, ikincisi ise öğretmenlikti. St. Petersburg'un bir çok okulunda öğretmenlik yapmıştır. 1907 yılında zatürreden ölmüştür.
Mendeleev, periyodik tabloyu ilk defa bastırdığı zaman bilinen 63 element vardı. Ölümünden bir yıl sonra ise bilinen elementlerin sayısı 86'ya yükselmişti. Bu kadar hızlı artış, kimyanın en önemli genelleştirmesi olan elementlerin periyodik tablosu sayesinde sağlanmıştı. Mendeleev hiç bir yeni element keşfedememiş olmasına rağmen, bilim dünyasına yaptığı hizmetten dolayı, 1955 yılında G.T.Seaborg başkanlığındaki Amerikalı fizikçiler tarafından sentezlenen 101 atom numaralı elemente, Dimitri Mendeleev onuruna "mendelevyum" adı verilmiştir. 






Antoine Laurent de Lavoisier


Antoine Laurent de Lavoisier 26 Ağustos 1743 Paris'te doğdu, 8 Mayıs 1794 tarihinde, yine Paris'te idam edildi; Fransız kimyager.
O devrin meşhur kimyacısı Guillaume François Rouelle'nin (1703-1770) tesiri altında kaldı. Zengin bir ailenin çocuğu olan Lavoisier, Mazarin Kolejinden mezundur. Babasının yerini almak düşüncesiyle hukuk tahsiline başladı ve çok iyi bir eğitim görerek 1764'te mezun oldu. Fen bilimlerine duyduğu ilgiden dolayı zamanın belli başlı fen derslerine ve laboratuvarlarına devam etti. 1765 senesinde ilk araştırmasını yayınladı. 1768'de Fen Akademisine üye seçildi. Hayatı boyunca ticaret, ekonomi ve toplum refahı konularında faaliyette bulunmuş, 23 yıl maliyede vazife yapmıştır.
Fransız İhtilalini hazırlayan siyasi olaylarda faal rol oynamıştır. Fransa'da köklü bir sosyal reformun yapılmasına inanmaktaydı. Bu arada sosyal şartları ve ziraati incelemek için seçildiği komisyonlarda yaşlılık sigortası ve vergi reformu gibi çok köklü teklifler yapmıştır.
İhtilal sırasında Fransız maliyesi ve ekonomik kaynaklar hakkında bir rapor hazırlamıştır. Ölçülerde metrik sistemin ortaya çıkmasında da faal rol oynamıştır. Bütün bu hizmetlerine rağmen ihtilalcilerin devamlı saldırılarına maruz kalmış ve önce hapsedilmiş, daha sonra mahkeme edilip, suçlu bulunarak 1794'te ölüme mahkum edilmiştir.
Lavoisier kimya çalışmalarına başladığında Avrupa'da kimya, bilim konusu olarak kabul edilmiyordu. Teorik temel yoktu. Lavoisier Avrupa'da kimya biliminin mimarı oldu. Kimyayı bilimsel bir temele oturttu. Lavoisier, yanma olayında oksijenin rolü ile ilgili çalışmaları ile tanınmıştır. Maddenin Korunumu Kanunu'nun sahibi olan Lavoisier eski flogiston fikrini kaldırarak, modern kimyanın temelini atmıştır.
Lavoisier'in nazariyesine göre ürünlerin ağırlığı reaktonların (reaksiyona girenlerin) ağırlığına eşit olmalıdır. On sekizinci yüzyılda flogiston teorisine göre yanan maddelerin farazi bir ağırlık kaybettiği kabul ediliyordu. Oksit bilinmediği için metal maddelerin havayla teması neticesi meydana gelen kızarıklığa calx deniyordu. Tatminkar olmayan bu açıklamalar Lavoisier'i bütün bunların hava-metal birleşimiyle olduğu neticesine götürdü. Reaksiyon esnasında, sonradan oksijen ismini verdiği bir gaz çıktığını tesbit etmiştir. Oksijenin keşfi ile yanma-oksitlenme hadisesi aydınlandı.
Lavoisier; solunum esnasında oksijen alınıp, karbondioksit verildiğini tesbit etti. Deneyler sonucu solunumun da bir nevi yanma olduğunu anladı ve kalorimetre yardımı ile kimyevi reaksiyonların ısısını ölçtü. Biyokimya alanında birçok deneyler yaptı. Herhangi bir maddenin katı, sıvı veya gaz halden birinde olduğunu söyleyen Lavoisier'dir. Havayı analiz ederek azotla-oksijeni ayırmış, hidrojeni yakarak su elde etmiştir. Çağdaşlarıyla yaptığı temaslar neticesi Kimyevi İsimlendirme Metodu´nu geliştirmiştir. Bu arada barut ve güherçile imalinde hükümete yardımcı olmuştur.
Bugün, kimyanın babası ismi verilen ve kimyaya teraziyi sokmakla, Aristo'nun yanlış nazariyelerini temelinden yıkarak, tecrübi ilimlere, yeni müsbet bir çığır açan Lavoisier, bir taraftan fennin bugünkü dereceye ilerlemesine çok hizmette bulunmuş bir taraftan da mütehassıs olduğu kimya ilminde büyük hatalar yapmıştır. Onun buluşu olduğu için, kitaplara geçen, üniversitelerde okutulmuş olan bu sözleri, bugün bir orta mektep talebesi söylerse sınıfta bırakılır. Mesela klor gazına bileşik cisim bir oksit, diyordu ve asitleri (hamızları) yanlış anlatıyordu.


Alessandro Volta 
Alessandro Volta 18 Şubat 1745 İtalya'nın Como şehrinde doğdu, 5 Mart 1827 günü orada öldü; İtalyan fizikçi ve kimyâcısı.
Volta ilk pili yapan ve bundan elektrik üreterek, elektrik çağını başlatan kişidi. Volta'nın ilk çalışmaları statik elektrik yükünü ölçen elektrometreler üzerinde olmuş ve 1771 senesinde elektrik konusunda ilk eseri yazmıştır. 1774 senesinde Como'da fizik profesörü olan Volta burada 25 sene elektrik konusunda çeşitli yazılar yazmış, deneyler yapmıştır. Elektroskopun geliştirilmesi, odyometre, elektrikli tabanca, yanıcı gazları tutuşturan elektrikli çakmak Volta'nın ilk buluşlarıdır.
20 Mart 1800 günü açıkladığı Volta pili ise elektriğin ilk olarak bir kaynaktan su gibi devamlı akmasını sağlıyordu ki, bu buluşu elektrik çağını açmıştır. Volta pili elektrokimyevi bir olayın sonucu akım üreten elektrik güç kaynağıdır. Volta'nın bu buluşu yapması I.Napolyon'in takdirlerini kazanmasına sebep olmuş, altın madalya ve para ile taltif edilmiştir. Daha sonra Lombardy senatörü olmuş ve bir müddet sonra da Fransız şeref madalyası verilmiştir. İngiliz Kraliyet Cemiyeti 1881 senesinde elektromotif kuvvet birimi olan Volt'u Volta'nın ismine izâfeten kabul ederek kullanmaya başlamışlardır.




Frederick Soddy
Frederick Soddy (2 Eylül 1877 - 22 Eylül 1956), İngiliz kimyacı. 1921 Nobel Kimya Ödülü sahibi. Ernest Rutherford ile birlikte yaptığı ortak çalışmayla radyoaktif bozunma kanunlarını keşfetmiştir. Ayrıca izotop kavramını ortaya atmıştır.
İngiltere'nin Essex'teki Eastbourne şehrinde doğan Soddy, okul yaşantısına Eastbourne Kolleji'nde başladı. Daha sonra Wales Üniversitesi'ne devam etti. 1895 yılında kazandığı bursla Oxford Üniversitesi'ne kaydoldu. 1898 yılında kimya bölümünü birincilikle bitirdi. Mezuniyet sonrası iki yıllık araştırmacı olarak üniversitede kaldı. 1900-1902 yılları arası Kanada'da Montreal'deki McGill Üniversitesi'nde uygulama öğretmeni olarak görev aldı. Şans eseri yeni keşfedilmiş radyoaktivite üzerine araştırma yapan Ernest Rutherford ile tanıştı. Birlikte yaptıkları çalışmalar sonucunda radyoaktif bozunma teorisi üzerine bir dizi makale çıkardılar.
1903 yılında Soddy Kanada'dan İngiltere'ye geri döndü. Londra'daki College Üniversitesi'nde İskoç kimyacı William Ramsey ile birlikte çalışmaya başladı. Beraber yaptıkları araştırmada, spektroskopi teknikleri kullanarak radyumun radyoaktif bozunması sonucu olarak helyum ortaya çıktığını gösterdiler. Bu gözlem radyumun ya da daha ağır çekirdeklerin bozunmasından ortaya çıkan alfa parçacıklarının helyum ile bağlantılı olduğunu açıklamıştı.
1904 1914 yılları arası İskoçya'daki Glasgow Üniversitesi'nde kimyasalların fiziksel özellikleri ve radyoaktivite üzerine öğretmenlik yaptı. Bu süreçte nükleer teknolojiye önemli faydalar sağlayacak katkılarda bulundu. Alfa parçacığı atan bir elementin periyodik tabloda iki sütun gerilediğini önererek Yer Değiştirme Kanunu'na katkıda bulundu. En önemli çalışması ise 28 Şubat 1913 günü Kimya Haberleri dergisinden duyurduğu izotop kavramıydı. Deneysel sonuçların ışığında aynı elementin kimyasal özellikleri aynı ama atomik ağırlıkları farklı iki ya da daha fazla formda olabileceği varsayımında bulundu.
İzotop kavramı ile birlikte periyodik tablodaki bazı taşların yerine oturması kolaylaştı. Soddy'nin bu çalışması 1919'da Ernest Rutherford'un protonu tanımlamasına ve nötron olasılığını belirtmesine yardım etti. Fakat izotop hipotezi esas olarak 1932 yılında James Chadwick'in nötronu keşfetmesi ile kabul gördü.
1914 yılında kimya profesörü olarak İskoçya'daki Aberdeen Üniversitesi'ne atandı. I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere ordusuna katkı sağlamak için kimyasal çalışmalara ağırlık verdiğinden radyoaktivite üzerine çalışmayı bıraktı. 1919 tılında Oxford Üniversitesi'ne kimya profesörü olarak atandı ve 1937 yılında emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı.Emekli olduktan sonra hayatının son yıllarını sosyal ve ekonomik konularda yazılar yazarak geçirdi. 22 Eylül 1956'da İngiltere'nin Brighton şehrinde öldü.
Linus Karl Pauling
Linus Carl Pauling 28 Şubat 1901 Portland'da doğdu (Oregon) – 19 Ağustos 1994 Big Sur'da öldü (Kaliforniya); ABD'li kuvantum kimyacısı ve biyokimyacı.
Kimya Nobel ödülü alan Amerikalı kimyager. Oregon eyaletinin Portland şehrinde 1901'de doğdu ve çocukluğundan beri ilmi problemlerle uğraştı. On bir yaşında böcek koleksiyonları yapıyor ve entomoloji kitapları okuyordu. On üç yaşında bir kimya kitabı buldu ve evinin bodrumunda bir laboratuvar kurdu. Oregon Devlet Kolejine girdiği vakit, bir kimya mühendisi olmaya karar vermişti. 1922 yılında lisans diplomasını aldı ve Kaliforniya Teknoloji Enstitüsünde doktorasını verdi. Bu sırada ilgisi kimyanın temel problemlerine dönmüştü. Avrupa'da bir yıl doktora sonrası çalışmaları yaptıktan sonra, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsüne öğretim üyesi olarak döndü ve orada parlak kariyerini ilerletti.
Linus Pauling'in verimli ilmi çalışmaları kimyanın çehresini geniş ölçüde değiştirdi. Dikkatlerini kimyasal bağ üzerinde topladı. Kuvantum mekaniği metodlarının önemini en önce kavrayan kimyacılardan biriydi. Elektronegatiflik kavramına nicel bir anlam verdi. Kimyasal bağın iyonik ve kovalent karakterini bir arada tartıştı ve rezonans terimini ilme kazandırdı. Bu terimi birçok kimyacı eleştirmesine rağmen, çoğu devamlı olarak kullanırlar. Pauling, atomların moleküllerdeki ve kristallerdeki faal büyüklüklerini ayrıntılı olarak ele aldı. Hidrojen bağı üzerinde bir otorite oldu ve metalik bağ teorisini teklif etti. Proteinlerin heliks yapısını savundu ve arkadaşları ile bu yapının bulunduğunu tespit etti. 300'den fazla araştırma yayınlarken geniş ölçüde başarı sağlayan kitaplar da yazdı.
Bugün Linus C.Pauling'in fikirlerinden etkilenmeyen bir kimya dersi yoktur. Geniş hayal gücü, dramatik karakteri ve değişik özellikleri bulunan bir insandır. İlmin sınırlarını genişletme yolunu seçtiği için insanlığın uzun süre onun çalışmalarından faydalanacağı tahmin edilmektedir. Kimyasal bağın niteliği üzerindeki bilgilere Linus C.Pauling kadar katkıda bulunmuş olanı yoktur. Fikirleri kimyanın her yönünü etkilemiştir. Bu fikirler kendisine on yedi kadar ilim madalyası ve yüksek ödül sağladığı gibi, 1954 yılı Nobel Kimya, 1962 yılında ise Nobel Barış ödülünü kazandırdı. Milletlerarası şöhreti, çeşitli on ülkenin on altı ilmi derneğinde şeref üyelikleri elde etmiş olması ile de pek açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.



Louis Pasteur
Louis Pasteur, 1822 yılında Fransa'nın Dura bölgesindeki Dole kasabasında dünyaya geldi. Pasteur kimyager ve daha sonra bakteriyolog olarak yaşadığı çağda, tıbbın ilerlemesine çok büyük katkılarda bulundu. Fakat o tıp doktoru olmadığı için, 1800'lü yılların doktorları onun teorilerine burun kıvırıyorlardı. Pasteur buna hiç aldırmadan çalışmalarını sürdürdü, çünkü Pasteur'ün bakterilerin ya da mikropların gerçekten var olduklarına ve bunların hastalıklara yol açabileceğine olan inancı tamdı. O kendi bildiği yöntemle yaptığı işe ve kendine inancını sürdürerek araştırmalarına devam etti. Bundan sonra ise ipekböceği hastalığına ve kuduza çare buldu. Pasteur ayrıca içtiğimiz sütün bozulmasını önlemenin yöntemini de keşfetti. Burada sütü 140 (fahrenheit) derecede otuz dakika süreyle ısıtmak ve sonra hızlı bir biçimde soğuttuktan sonra sütü kapalı ve sterilize edilmiş şişelere koymak gerekiyordu. Bu yöntem sütü mikroplardan arındırmak için günümüzde de kullanılmaktadır. Bu yönteme, Louis Pasteur'ün adıyla 'Pastörize' etmek denilmektedir. Pasteur, Strasberg'li Marie Laurent ile evlendi. Birbirlerini çok seviyorlardı. Marie eşini, araştırmalarını her şeyin üstünde tutması için özendiriyordu. Bu yüzden Pasteur, laboratuar çalışmaları üzerinde yoğunlaşabiliyor ve işine gereken zamanı ve önemi verebiliyordu.
Küçük Joseph Meister kuduz bir köpek tarafından on dört yerinden ısırıldığında, anne ve babası yavrucağı Louis Pasteur'e getirdiler. Bu bilim insanı daha önce insan üzerinde hiç denenmemiş olan kuduz aşısını çocuğa uygulamakta tereddüt etti. Pasteur bunu ancak, kendisine gelen iki doktorun, çocuğun kuduzdan her durumda öleceğini ve başarılı olursa ilacın kuduza bir çare olabileceğini söylemesinden sonra denemeye karar verdi.
Pasteur kuduzun çaresini bulmuştu. Louis'nin aşısı küçük Joseph Meister'in hayatını kurtardı. Meister büyüdüğünde Pasteur Enstitüsü'nün kapıcılarından biri olacaktı. Çünkü Louis Pasteur'e karşı duyduğu minnet duygusu, ömrünün sonuna kadar Enstitü'de çalışmak istemesine neden olmuştu.
Pasteur kendine inanan bir insandı. Başkalarının söyledikleriyle değil, kendi doğrularıyla yaşayan ve sezgilerine güvenen bir bilim insanıydı. 1895 yılında hayata gözlerini yumduğu güne kadar son derece alçak gönüllü, gösterişiz ve sade bir yaşam sürdürdü. Yaşlılık yıllarında insanların ona gösterdikleri büyük saygı karşısında şaşkınlığa düşer ve bunu pek komik bulurdu. Bir keresinde Londra'da bir uluslarası tıp kongresine davet edilmişti. Kongre salonuna girdikten kısa bir süre sonra Pasteur kürsüye davet edildi. Pasteur'ün yüzünde hayal kırıklığına uğramış gibi bir ifade belirdi. Pasteur, "İngiltere veliaht (kral adayı) Prens'i buraya geliyor olsa gerek" dedi. "Keşke dışarda dursaydık. Gelişini de izleyebilirdik böylece." Bu içten sözler herkesi çok duygulandırmıştı. Kongre başkanı Pasteur'e "Hayır Bay Pasteur" dedi. "Gelen sizsiniz. Herkesin takdir ettiği ayakta alkışladığı insan sizsiniz."


Marie Curie

Marie Curie (Maria Skłodowska-Curie, Madam Curie olarak ta bilinir), (7 Kasım, 1867 – 4 Temmuz, 1934) Polonya Kökenli Fransız fizikçi. 1903 Nobel Fizik ödülü , 1911 Nobel Kimya ödülü sahibi bilim kadını. Kocası Pierre Curie ile beraber yaptığı çalışmalardan dolayı Radyoloji biliminin kurucusu.
Polonya'nın Varşova kentinde doğan Marie Curie (doğduğunda adı Maria Skłodowska), ablası Brenya ile birlikte öğretmen anne ve babanın eğitimi ile yetişti. Gençlik yıllarında Varşova Rus yönetimim altındaydı. Siyasi aktifliği onun bu durumda Varşova'dan ayrılmasını daha doğru kılıyordu. İlk olarak Cracow'a giden Maria orada istediği bilimsel eğitimi alamayacağını gördü. Ailesinin de parasal desteğinin az olması sebebiyle Paris Sorbonne'da tıp eğitimi alan ablası Brenya'ya eğitiminde yardım etmeye karar verdi. Ablası da karşılığında matematik ve fizik eğitim alması için yardım edecekti.

1891 yılında Paris'e ablasının yanına gitti. Küçük bir tavan arasında kötü koşullar altında yaşarken, eğitimine devam etti. İki yıl içinde sınıfının birincisi olarak fizik derecesi aldı. 1894 yılında ikinci derecesi olan matematiği de bitirdi. Bir sonraki hedefi ise öğretmenlik diploması alıp Varşova'ya dönmekti.
1894 yılında kardeşi Jacques ile piezoelektriği keşfeden Pierre Curie ile tanıştı. O zamanlar, 35 yaşındaki Pierre Curie, Endüstriyel Fizik ve Kimya Okulu'nun laboratuvarının başkanıydı. Maria ve Pierre, birlikte ortak bilimsel ilgilerinin de olmasıyla, birbirlerine bağlanıp Temmuz 1895'te evlendiler. Bu tarihten itibaren Maria Skłodowska adı yerine Marie Curie adını aldı.
1896 yılında öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra 1897'de Henri Becquerel tarafından duyurulmuş uranyum tuzlarının yaydığı, sonraları radyoaktivite olarak adlandıracağı "ışın" üzerine detaylı araştırmalara başladı. Fakat ilk kızı Irene Eylül 1897'de dünyaya gelmesi, çalışmalarına ara vermesine sebep oldu.
1898 başlarında çalışmalarına hız veren Marie toryumun da bu ışınları yaydığını farketti. Bu noktada eşi Pierre de kendi çalışmalarını bırakarak Marie'ye yardım etmeye başladı.
Becquerel çalışmalarını teyit etmesinin ardından, iki farklı uranyum mineralinin daha "aktif" olduğu keşfetti. Mineralleri çeşitli kimyasal işlemlerden geçirdikten polonyum ve radyum elementlerini elde etti. Temmuz 1898 Curie'ler yeni radyoaktif element olan ve uranyumun radyoaktif bozunmasından ortaya çıkan polonyumu bulduklarını duyurdular. (İsmini Marie'nin vatanı Polonya'dan esinlenerek koydular). Eylül 1898'de Fransız kimyacı Eugene Demarçay'ın spektroskopi yöntemi ile tanımlanmasında yardım ettiği, doğal radyoaktif element olan radyumu duyurdular.
1903 yılında Marie doktorasını vererek, Fransa'da gelişmiş bilim alalnında doktora ünvanı alan ilk kadın oldu. Aynı yıl kocası ve Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü'nü alarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu.
1904 yılında eşi Pierre Sorbonne'da öğretmenliğe başladı. Marie de Sevr'deki bir kızlar okulunda fizik öğretmenliği yapmaya başladı. Aynı yılın sonlarına doğru ikinci kızları Eve doğdu. O sıralar Marie ve Pierre, ikisi de radyasyondan kaynaklı rahatsızlıklar geçirmeye başladılar. Gün geçtikçe radyumun dokuya verdiği zarar gittikçe araştırmacılar tarafından benimsemeye başlamıştı. Aynı anda da radyumun bu etkisinin kötü dokulara uygulanmasının bir terapi tedavisi olabileceği fikri de doğmaya başlamıştı. Örneğin, Amerikalı mucit Alexander Graham Bell, kanserin tedavisi için radyumum tümöre konmasını önermişti.
19 Nisan 1906 yılında Pierre Curie bir at arabasının çarpması sonucu öldü. İki çocuğu ile dul kalan Marie, Sorbonne'da kocasının öğretmenlik görevine geçti ve 1908'de Sorbonne'daki ilk kadın profesör oldu.
1911 yılında radyum ve polonyumun keşfi ve araştırılmasındaki rolünden ötürü Nobel Kimya Ödülü'ne layık görüldü. Böylece tarihte 2 Nobel ödülüne sahip ilk kişi o oldu. Yaptığı çalışma bir elementin radyoaktif işlemlerden sonra başka bir elemente dönüşebileceğini gösteriyordu. Bu kimya alanında yepyeni bir sayfaydı.
Bu başarılarının yanı sıra bir dizi kişisel saldırılara da maruz kaldı. İlk olarak tümü erkeklerden oluşan Fransız Bilim Akademesi 1 oyla onun üyeliğini reddetti. Ardından Aralık ayına doğru, Paul Langevin ile arasında aşk ilişkileri olduğuna dair dedikodular gazetelerde yayılmaya başladı. Evli ve Pierre Curie'nin yakın dostu olan Paul Langevin ile Marie arasındaki bu dedikodu gazetelere Langevin skandalı olarak yansıdı ve Marie'nin ikinci Nobel Ödülü almasını bile arka planlara attı. Langevin bu yazıları yazan baş editörü halkın önünde yapılacak düelloya davet etti. Gazete editörünün silahını çekmemesi ile o zamanın anlayışı ile gülünç bir hale dönüşen olay, aynı zamanda da konunun kapanmasını sağladı.
Aralık 1911'de Nobel ödülü ile ilgili sunum yapmaya Stockholm'e gitti. Buradaki konuşmasında, Pierre Curie'nin yardımlarını küçümsemediğini de belirterek, radyoaktivitenin atomun bir özelliği olduğu hipotezinin kendi çalışması olduğunu duyurdu. Fransa'ya geri dönen Marie Curie, bu çalkantılı 1911 yılının etkisi ile depresyona girdi.
1914 yılında Paris Üniversitesi'nde Radyum Enstitüsü kuruldu ve Marie Curie ilk müdürü olarak atandı. Hayatı boyunca radyumun tıptaki önemine dikkat çekti. I. Dünya Savaşı sırasında kızı Irene ile birlikte, genç kadınlara x ışını teknolojisini öğretti. Ayrıca fizik tedavicilere savaş ortamında radyoloji ekipmanını nasıl kullanacaklarını gösterdiler. Bu esnada çok yüksek dozda radyokaktif ışına maruz kaldılar.
1920'li yıllarda bilime katkısını sürdürdü. Varşova'daki Radyum Enstitüsünün kurulmasında önemli rol oynadı. Başkan Herber Hoover'ın kendisine verdiği 50.000$ ödül ile Varşova'da yeni kurulmuş laboratuvara radyum aldı.
1934 yılında Fransa'nın Savoy kentinde kan kanserinden öldü. Hastalığının sebebi aşırı dozda radyasyona maruz kalmasına bağlandı.Böylece ona "Bilim için ölen kadın." denildi.
Radyokaktiviteye olan katkılarından dolayı, radyokativitenin birimine "curie" denildi.


Otto Hahn


Otto Hahn (8 Mart 1879, Frankfurt am Main - 28 Temmuz 1968 Göttingen), Alman kimyacı. Radyoaktivite alanında öncü çalışmalar yapmıştır. 1944 Nobel Kimya Ödülü'nün sahibidir.
1901: Marburg ve Münih de kimya yüksek ögretimini bitirdikten sonra doktor ünvanını aldı ve Marburg üniversitesinde asistanlık yapmaya basladı. 
1904 de Londra, 1905'de Montreal (Kanada) ve 1906'da da Berlin'de araştırmalar yaptı. Kaiser Wilhelm Kimya Enstitüsü'nün günümüzdeki adı "Berlin Açık Üniversitesi Otto Hahn Binası" olup nükleer fizyonun keşfedildiği yerdir. 
1910: Brüksel'deki uluslararası Radium-Standard-Kommision'a üye oldu. 
1918: Lisa Meitner ile birlikte protaktinyum (Pa) elementini buldu. 
1944: Nobel Kimya Ödülünü aldı. 105 ve 108 numaralı elementlere, adına ithafen, Hahnium ismi verilmesi önerileri pek fazla taraftar bulamadı. Ancak gene de, nükleer ticari gemilerden birine Otto Hahn adı verildi. 
1968: Göttingen'de vefat etti. 




Michael Faraday


Michael Faraday İngiliz fizik ve kimya bilginidir. 22 Eylül 1791'de Newington Surrey'de doğdu. On dört yaşında bir ciltçiye çırak olarak girdi. 1813 Mart ayına kadar bu işine devam etti. Gençliğinde pek çok kitap okudu. Bilhassa fizik kitaplarını büyük bir heves ve arzuyla okuyordu. 1813'te kimyacı Sir Humphry Davy ondaki kabiliyeti gördü. Onun teşvik ve desteğiyle kimya asistanı oldu. Faraday daha ziyade kendi kendine yetişmiş bir ilim adamıdır. Ekim 1813 ile Nisan 1815 tarihleri arasında Fransa, İtalya ve İsviçre gezisinde Davy'ye refakat etti. 1825'te laboratuvar müdürlüğüne getirildi. 1833'te enstitüye ders verme mecburiyeti olmaksızın kimya profesörü olarak tayin edildi. 25 Ağustos 1867'de öldü.
1820 yıllarında fen alimleri çalışmalarına daha ziyade elektriğe ait konularda ağırlık vermişlerdi. Bunlardan en önemlileri Volta'nın elektrik pili ve Hans Christian Ørsted'in elektrik akımından üretilen manyetik mıknatıslı güç kaynağı idi.
Elektrik enerjisinden manyetizma üretildiğinden bu yana fen adamlarının en büyük düşüncesi, "Manyetizmadan elektrik enerjisi elde edilebilir mi?" sorusu idi. Bu, fen ilimleri tarihinde en büyük mesele haline geldi. Faraday, zaman zaman bu mesele üzerinde çalıştı. Bu arada ilk ilmi keşfini de gerçekleştirmiş oldu. Bir mıknatıs etrafında tersine karşılıklı dönebilen bir kablo sistemi geliştirdi ve böylece ilk defa elektrik enerjisi mekanik enerjiye dönüştürülmüş oldu. Bu keşif, elektrik motorlarının esası kabul edildi.
Sonraki 10 yıl içinde Faraday kimya alanındaki çalışmalarını arttırdı. Benzone ve bütileni keşfetti, ilk paslanmaz çeliği imal etti. Kloru ve diğer bazı gazları sıvılaştırdı. Manyetizma yoluyla elektrik enerjisi elde etme fikri kendisini devamlı zorluyordu. 1822'de manyetizmayı elektriğe dönüştürme üzerine tezler yazdı. 1824 ve 1825'te deneylerini tekrar ettiyse de başarılı olamadı.
1831'de yeniden kimyadan elektriğe döndü. Bundan sonraki deneylerinin en önemlisi galvanometreye bir kablo bobini bağlayarak küçük elektrik akımlarını ölçmeye yarayan bir alet yapmasıydı. Bu kablo, bir mıknatısa değdirildiğinde galvanometrenin iğnesi hareket ediyor, kabloyu ayırdığında iğne ters yöne hareket ediyordu. Böylece Faraday manyetizmadan elektrik enerjisi elde etmenin yolunu bulmuş oldu. Mekanik enerjiyi bir mıknatıs yardımıyla elektriğe dönüştürdü. Bu, elektrik jeneratörlerinin esası oldu.
Faraday, ayrıca mıknatıs kutupları arasında döndürdüğü bir bakır yuvarlak ile devamlı bir akım elde etmeyi de başardı. 1832 ve 1833'te elektrolizin iki temel kanununun formüllerini buldu. 1840 yılında ışık enerjisi ile elektromanyetik enerjinin birbirine çok benzer, hatta aynı olduğu teorisini geliştirdi.


Remziye Hisar


(1902, Üsküp-1992, İstanbul)
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın kimyageri. Fransız Sorbonne Üniversitesi’nden mezun ilk Türk kadını.
1902 yılında Üsküp'te doğdu. Davutpaşa'daki üç yıllık Mekteb-i İptidayiyi, bir yılda henüz dokuz yaşında iken başarıyla tamamlayarak zekasının ilk sinyallerini verdi. Daha sonra, İttihat ve Terakki 
Mektebi ve Emirgan, İnas Rüştiyesi'ne devam etti; ancak çok sevdiği Türkçe öğretmeninin İstanbul Darülmuallimatı'na transfer olması üzerine, öğrenimini bu okulda sürdürdü. 15 Temmuz 1919 tarihinde bu okulun Darülfünun'a hazırlamak üzere oluşturduğu iki sınıflık bölümünden birincilikle mezun oldu. Sınıfın iyi öğrencileri arasında yeralan Remziye Hisar, küçük sınıflardaki öğrencilere geometri ve matematik dersleri verdi. Mezun olmasının ardından Darülfünun'un kimya bölümüne kaydını yaptırdı. Kimyayı seçme nedenini bir röportajında “Fen derslerinde kanunlarda olsun, buluşlarda oldun hep yabancı isimler görmek beni kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini, bu dalda başarılı olursam giderebilirim sanıyordum” cümleleriyle açıklamıştır.
Darülfünun’da kız öğrencilerin erkek öğrencilerden ayrı saatlerde ders aldığı bu dönemde, öğretmeni ve okul arkadaşlarıyla birlikte Bakü'ye gitti. Bakü'de, kendisini birden bire bir savaşın tam ortasında buldu. Kafkasya'daki savaşlar ve Bakü'de kendilerine gereksinim olmadığını öğrenmek bile onu yıldırmadı ve bir erkek öğretmen okulunda öğrencilere ders vermeye başladı. Sovyet Rusya'nın Azerbaycan'ın bağımsızlığına son vermesi ile orada tanışıp evlendiği eşi Doktor Reşit Süreyya Gürsey ile birlikte İstanbul'a döndü.
İlk çocuğunu dünyaya getirmesinin ardından, Adana'da Darülmuallima'ya müdür olarak tayin olan Remziye Hisar, çocuğunu annesine bırakarak Adana'ya gitti. Güç koşullarda çalışmasını sürdürmek zorunda kalan Hisar, eşinin tedavi için Paris'e gitmesinin ardından, bilgisini geliştirmek için Paris'e gitti.
Adını bilim dünyasında duyurmak amacı ile Sorbonne'da kimya bölümünde öğrenim görmeye başladı. Sorbonne’da o yıllarda Langevin ve Madam Curie gibi çok tanınmış isimler ders vermekteydi. Remziye Hisar’a göre onları tanımak ve derslerini izleyebilmek çektiği bütün zahmetleri unutturuyordu. Biyokimya sertifikası alan Hisar, Paris'te Maarif Vekaleti'nin verdiği bursla öğrenim gördü. Doktorasına başlayacağı dönemde bursu kesilen Hisar, yurda dönmek zorunda kaldı ve Erenköy Lisesi'ne kimya öğretmeni olarak atandı.
Remziye Hisar, zorlu bir çaba sonucunda doktorasını yapmak üzere 1930 yılında yeniden Paris'e gitti. Eşinden boşanan ve Paris'e kızı ve kardeşiyle giden Remziye Hisar, kendisini çalışmaya verdi.
Doktora tezini tamamlamasının ardından, Türkiye'ye dönüp, 1933 - 1936 yılları arasında İstanbul Üniversitesi'nde kimya ve fiziko kimya doçenti olarak görev yaptı. 1947 yılında 'İTÜ Makine ve Kimya doçentliği görevine başlayan Hisar, 1959 yılında profesör olduktan sonra 1973 yılında emekliye ayrıldı.
Tipik bir Cumhuriyet kadını olan Remziye Hisar, dünyaca ünlü fizikçi Feza Gürsey ve Milletlerarası Pisikoloji Cemiyeti'nin tek Türk üyesi psikiyatrist Deha Gürsey Hanım'ın annesidir.
1991 yılında Tübitak Hizmet Ödülünü almıştır.
Remziye Hisar, 1992 yılında hayata veda etti


Sir Joseph Wilson Swan


Sir Joseph Wilson Swan (31 Ekim 1828, Newcastle, İngiltere - 27 Mayıs 1914, Warlnigham), İngiliz fizikçi ve kimyacıdır. Ampulü geliştirerek ünlenmiştir.
Ailesinin mali durumu bozulunca 14 yaşında okuldan ayrılıp, birkaç yıl eczacı çıraklığı yapıktan sonra, Newcastle'de fotoğraf levhaları üreten bir firmada çalışmaya başladı. Sonradan ortak olduğu bu firmada fotoğraf levhalarına ilişkin birçok buluşun patentini aldı ve giderek başarılı bir iş adamı oldu. Özellikle karbon filamanlı elektrik ampulünü geliştirmesiyle tanınan Swan, 1984'te Londra'daki Royal Society'nin üyeliğine seçilmiş. 1904'te kendisine Sir unvanı verilmiştir.
Swan'ın fotoğrafçılık alanındaki en önemli buluşları, 1856'da fotoğraf levhalarına ışığa duyarlı maddeyi sıvamakta kullanılan ve nitroselülozun bir alkol-eter karışımındaki çözeltisi olan kolodyumun elde edilmesi yönteminin geliştirilmesi, 1872'de, o zamana değin kullanılan yaş fotoğraf levhası (camı) yerine, bugünkü fotoğraf filmine ulaşılmasında önemli bir adım olan kuru fotoğraf levhasını, 1871'de de gümüş bromürlü fotoğraf kağıdını bulmasıdır.
Asıl ününü karbon filamanlı elektrik ampulüne borçlu olan Swan, 1848'de, kömürleştirilmiş kağıttan yaptığı ilk filamanı, havası boşaltılmış cam tüp içine yerleştirerek deneylerine başladı. Ancak, yüksek vakum tekniğinin ampul içinde tam bir boşluk sağlayabilecek seviyede olmaması ve elektrik kaynağı olarak sadece pil tipindeki üreteçlerin bilinmesi nedeniyle, uzun süre ara çalışmalarına ara verdi. 1870'lerde vakum pompalarındaki gelişmeler ve elektrik üretici olarak dinamonun ortaya çıkması, Swan'ın tekrar çalışmalarına devam etmesini sağladı.
Geliştirdiği karbon filamanlı ampulü 18 Aralık 1878'de Newcastle kimya derneğinde sergileyen Swan'dan sonra, deneylerini platin filaman kullanarak sürdüren Edison da kısa sürede karbon filamana geçti ve elektrik ve elektrik direnci yüksek olduğu için daha kullanışlı olan bir ampul geliştirdi. Edison ile Swan arasında İngiltere mahkemelerinde patent kavgası sürerken, iki buluşçu anlaşarak 1883'te Edison-Swan limitet şirketini (ediswan) kurdular ve birlikte çalışmaya başladılar. Aynı yıl Swan, nitroselülozlu asetik asit içinde eritip ince deliklerden geçirdikten sonra kimyasal yollarla selüloza dönüştürerek filaman yapma yöntemini buldu. Bu yöntemde yapay elyafın özellikle viskozlu yapay ipeğin üretimi için başlangıç adımı oldu.


KAYNAKÇA

http://wikipedia.org/
http://elyadal.com/
http://kimkimdir.gen.tr/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder