Stockholm Sendromu için aşı var mıdır?.
Stockholm Sendromu'nu birçoğumuz duymuşuzdur ve bu terim kullanıldığında ne anlatılmak istendiğini, çoğumuz anlarız.
23 Ağustos 1973'te yani bundan yaklaşık 40 yıl önce, İsveç'in başkenti Stockholm'de bir bankayı soymaya çalışan Jan-Erik Olsson, polisin bankayı sarması üzerine bankadaki 4 kişiyi rehin alır ve 6 gün boyunca binadan dışarı çıkmaz. Bu süre içerisinde rehine durumunda olan kişilerin soyguncuya gönüllü olarak yardımcı olmaları dikkat çeker.
İş bu kadarla da kalmaz ve rehineler, 28 Ağustos'ta bankaya polisin zehirli gaz vermesi üzerine teslim olan soyguncu aleyhinde ifade vermeye yanaşmazlar. Dahası aralarında para toplayıp, savunmasına da yardımcı olurlar. Rehinelerden birisinin nişanlısından ayrılıp; 8 yıla mahkum olan Olsson'un hapisten çıkmasını beklediği de rivayetler arasındadır.
İşte bu sıra dışı durum, literatürde Stockholm Sendromu olarak adlandırılmakta olup; rehinenin kendisini rehin alan kişiyle arasında oluşan sempati ve empati karışımı psikolojik durumu anlatan bir terimdir.
İlgi çekici olan, bahsi geçen sendromun sonraki birçok rehine olayında da yaşanmış olmasıdır.
Niyetimiz 40. yılında bu olayı hatırlatmak, sendromla alakalı birtakım bilgiler vermek ya da söz konusu soyguncunun şimdi Tayland'da sakin bir hayat sürdüğünü anlatmak değil.
Bu halin, yani rehinelerin kendilerini rehin alan kişilerle duygusal bir bağ oluşturmaları ve onları benimsemeleri halinin, yaygın bir şekilde halen var olduğuna dikkat çekmek istiyorum sadece.
Yaşadığımız olaylar, ülkemiz insanının önemlice bir kesiminde olduğu gibi İslam Dünyasında da bu sendromdan mustarip olma halinin varlığına işaret ediyor.
Yakın dönemde yaşadığımız Gezi Olayları'nı ele alın mesela.
Ülkemizin yakaladığı tarihi bir fırsatla karşı karşıyayız ve belli ki bu fırsatı elimizden koparıp almak isteyen birtakım dış ve iç güçler var. Birkaç ağaç bahanesiyle başladığı rivayet edilen gösterilerin bitirilmesi ile ilgili talepler listesine, Üçüncü Köprü, Yeni Havaalanı, Kanal İstanbul gibi faaliyetlerin durdurulması gibisinden isteklerin her nasılsa girebilmiş olması, bunun en açık göstergesi.
Bunlar tabii ki tartışılabilirdi. Ancak konuyu uygun ortamlarda tartışmak yerine, tepeden bir tavırla, ‘bunlar kesinlikle iptal edilmelidir' diye buyrulması, çok tuhaf bir durumdu.
Daha da tuhaf olanı, kendi niyetleriyle zerre kadar alakası olmadığını bile bile, memleketimiz insanının, bu talepleri dile getirenlerle aynı saflarda bulunabiliyor olmalarıydı.
Vatandaşı oldukları ülkenin gelişmesi ve ilerlemesi için atılan adımlara, menfaatleri zedelenecek bazı ülkeler istemiyor diye karşı çıkmak, Stockholm Sendromu ile uyumlu bir durum.
Yine yakın zamanda yaşanan Mısır olaylarında da benzer bir durum var.
Mübarek'in devrilmesi sonrası, tarihinde ilk defa halkın oylarıyla işbaşına gelen Cumhurbaşkanı Mursi'ye karşı, dış güçler ve işbirlikçileri tarafından yapılan askeri darbeye alkış tutan Mısırlılar var…
Mısır'daki askeri darbe; ülkenin imkanlarını sömüren yabancıların, kast sistemiyle çalışan yargının, ekonominin büyük bir bölümüne hakim olan ordunun ve bütün bu mekanizmalarla uyumlu çalışan rantiyenin kesin hakimiyeti demek. Bu da 90 milyon Mısırlı'nın sefalet içerisinde yaşamaya devam etmek zorunda kalmasından başka bir şey değil…
Kendilerinin de dahil oldukları geniş kitlelerin sefalet içerisinde yaşaması demek olan bir darbeye destek olan Mısırlıların durumu da, Stockholm Sendromu'nun bu ülkede de yaygın bir şekilde görüldüğünü gösteriyor.
Bu rahatsızlığın bir aşısı filan var mıdır bilinmez, ama Stockholm Sendromu'nun tedavi yolları üzerinde kafa yormakta fayda var…
Ekrem Kızıltaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder