18 Ağustos 2013 Pazar

Kalbimi Mısır'a gömün!

Kalbimi Mısır'a gömün!

Anne oğlunu askere yollar, ordu darbe yapar, askerdeki oğul annesine kurşun sıkar: bu ne yaman çelişki anne?

Santim santim, el bebek gül bebek büyütür, memleketi düşmandan korusun, büyük adam olsun diye askeri okula yollar, komutan olana kadar dualar eder, oğul komutan olur, darbe yapar, tüm annelere kurşun sıkma emrini verir: bu ne yaman çelişki anne?

Ne bu komutan, ne de bu asker farklı bir galaksiden gelen siberuzaylı değildir. Müslüman coğrafyanın, müslüman anne-babanın, müslüman akrabaların, müslüman toplumsal çevrenin, müslüman ruh ikliminin evladıdır, kendi akrabalarına, kendi toplumuna, kendi özüne kan kusar, zulüm olur iner, ölüm olur yağar: bu ne yaman çelişki anne?

Bu modern ordu ve askerlik yapılanması nasıl bir yapılanmadır ki bünyesine aldıklarını, tezgahından geçirdiklerini, işleme tabi tuttuklarını müthiş bir dönüşüme uğratarak, kendi içinden çıktığı halkın tüm değerlerine yabancılaştırır... Onlara rağmen onlar için olduğu iddiasıyla gerektiğinde onlara yıkım olur, kıyım olur: bu ne yaman çelişki anne?

Bu ordunun her bir ferdinin sırtındaki üniformadan, ayağındaki potine, yediği yemekten içtiği suya, tuttuğu silahtan sıktığı mermiye kadar kim temin eder? Maaşını, harcırahını, tüm masraflarını kim karşılar? Koynunda beslediğin, herşeyini temin ettiğin bu adamlar senin silahınla sana mermi sıkar, seni biçilmiş ekine döndürür: bu ne yaman çelişki anne?

İskilipli Atıf'ı asan hainler, ona pranga vuran askerler Rusyadan mı gelmişti?

Said Nursi'nin namaz kılmasına, abdest alma bile müsaade etmeyen, kan oturmuş bileklerindeki kelepçelerini bir an için çözmeyen, tüm çileli ömrü boyunca, cebri, keyfi, küfri ve askeri bir işkenceyi ona reva görenler Yunanlı mıydı?

İstiklal mahkemelerinde asılanların boynuna ilmeği geçirenler Vikingler miydi?

Zavallı köylüleri ya vergi için, ya askere adam almak için, ya samanlıkta Kur'an okuttuğu için falakalara yatıranlar, kendi halkının köylerini yakıp meydan yerinde sıraya dizip hayvanlar gibi aşağılayanlar, mağaralara doldurup fareler gibi zehirleyip üzerlerine bomba yağdıranlar, Diyarbakır cezaevinde memleket evladına kendi pisliklerini yedirenler, sağdan soldan binlercesine her türlü işkenceyi reva görenler, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nu hücre hapsinde yedi yıl 'üşütenler' kimdi, kimdendi, nereden gelmişti?

Kafamın içi uğulduyor, boşluğa öylece bakıyor anlayamıyorum: Sen anlıyor musun anne?

BANA BİR DARBE VUR, BİR DE MERMİ...

'Bir bebekten bir katil çıkaran' bu sistem, temelden, kökünden, ta kökünden sorgulanmalı, gerektiğinde yeniden yapılandırılmalı, gerektiğinde tüm yapısal kodları yeniden yazılmalı, hatta bugünün reel politiği ve uluslarası ilişkiler dengesinde bir ütopya gibi düşünülse bile bu yapısal kodlardan oluşan yazılım gerektiğinde hepten silinmeli değil midir?

Bugünün sosyal ve siyasal koşullarında vazgeçilmez, olmazsa olmaz olarak gördüğümüz pek çok fikir ve uygulama bir zamanlar ütopya, uçuk kaçık, gerçekleştirilmesi imkansız olarak görülmüştü...

Zinde bir güç, silahlı bir müstakil kuvvet olarak, günümüz toplumlarında vazgeçilmez bir kurum olarak orduya ve kendi ritüelleriyle zorunluk askerlik vazifesine neden Hz. Peygamber ve halifeler döneminde rastlamıyoruz?

Ancak çok sonraları, hilafetin saltanata dönüştüğü dönemde, savaşçı göçebe Türklerin kurucu öncülüğünde rastlıyoruz... Bunu ciddi ciddi, enine boyuna tüm yönleriyle düşünmeliyiz...

Biliyorum, bu söylediklerimi uçuk-kaçık, afaki, naif, romantik bulanlarınız var. "Abi bu zamanda ordusuz bir toplum düşünmek de neyin nesi ya... Ne yani ülkemizi dış ve iç düşmanlara yem mi yapalım, bu neyin saçmalaması..." filan gibi otomatik tepki verenleriniz var.

Koşullandırılmış ortalama kütle adamının tipik refleksi budur, yurtseverlik afyonunun etkisinde herşeyi hemen somuta indirger, ortalama kanaatlere iman eder, bunlarla işlem yapar, zihninin zincirlerine aşık olur ve bunu verili kabul eder...

Alışkanlıklarının bildik sahilini terketmediği için herkesi artık bir bataklığa dönüşmüş bulunan o kuytuya çekmeyi tercih eder... İşte sıradanlığın, banalliğin, yüzeyselliğin, donuk zekaların imparatorluğu bu noktada yükselir...

Fakat bir daha söyleyeyim: Bugün için vazgeçilmez gördüğümüz pek çok şey ilk öne sürüldüğü zamanlar saçma ve ütopik bulunmuştu...

Uçurumun kenarına gelmeden uçmak mümkün değil oysa, saçmanın gözlerinin içine bakmadan hakikati görmek mümkün değil...

BENDENSİN EY MISIR...

İşte hepimiz seyrediyoruz, bir istatistik olarak algılamaktan öteye pek bir şey yapmıyoruz: Kardeş Mısır'da, halkının bağrından çıkan bir ordu, kendi memleketinin evladı bir kumandan, bu ordunun her biri birer halk çocuğu olan askerleri, bir parçaları olan kendi insanlarından binlercesini vahşice öldürdü, vazife aşkıyla öldürmeye devam ediyor...

Elbette bu vahşi eylemi besleyen Batıcı, laikçi, kendini liberal sanan bir sivil kesimin fiili desteği var. Tıpkı Türkiye'de Ergenekon yapılanmasını ciddi anlamda destekleyen böylesi bir kesimin varlığı gibi... Eskiden olduğu gibi darbeye ayarlı bir ordu yapılanması devam etseydi bugün en hırçın edalarıyla 'ordu göreve' demeyecekler miydi?

Her darbe döneminde olduğu gibi binlerce zülme, işkenceye, ölüme, mağduriyete sırf taraftarı oldukları zihniyet gereği seyirci kalmayacaklar mıydı? Yakın ve uzak geçmişte hain susuşla, betondan bir sağırlıkla, dudak ucunda uçarı bir gülümsemeyle seyirci kalmadılar mı?

"İÇERİM YANIYOR DIŞARIM SERİN..."

Yani ne diyorum ben?

Diyorum ki: "Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o aşağılık bir yaratıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçli ve bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nefret ediyorum. Ben savaşı ve o soğuk silahları öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi… Benim anlayışıma göre sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha berbat değildir.” Albert Einstein

Yine diyorum ki: "Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat, ehl-i İslâm'ın eleminden gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâm'a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum." Said Nursi

Yusuf Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder