30 Temmuz 2013 Salı

Demokrasinin putperestleri

Demokrasinin putperestleri

Antik Yunan'da doğmuş bir kelimedir demokrasi. Putperestliğin hâkim olduğu, kadının fuhuş pazarlarında alınıp satıldığı, her türlü ahlaksızlığın, hayasızlığın hayatın bir parçası olduğu, sadece gücün ve güçlünün haklı olduğu bir dönemde...

İnsanların din diye bir çok hayali tanrılara taptığı, insanı otoritenin kölesi yaptığı Atina site devleti döneminde doğdu bu sihirli kelime.

Batı medeniyetinin en adil, en insancıl, insana en fazla değer veren bir rejim diye inandığı ve dünyaya da inandırmaya çalıştığı, kendisi gibi herkesin önünde eğilmesini istediği, buna karşı çıkanları barbar, yobaz, çağdışı, terörist ilan edildiği çağdaş bir putperestlik anlayıştan bahsediyoruz.

Roma İmparatorluğunun dağılmasından sonra Ortaçağın engizisyon mahkemelerinin cenderesinde sıkışan Avrupalı batıda Endülüs, doğuda Arap ve Türk İslam ordularıyla karşılaştıkça birçok yeni şeyler öğrenmeye başladı.

Avrupa Rönansansının ateşini fitilleyen en büyük fikir babaları gerek Endülüs'te gerekse Doğuda eğitim gördüler. İslam alimlerinin eserleriyle tanışan ve onların etkisi altında kalan düşünce adamları batının Rönansansını gerçekleştirdiler.

Batı, Ortaçağ karanlığından kendilerini yeniçağın aydınlığa çıkaran İslam bilginlerinden hiçbir zaman bahsetmedi. Nankör ve vefasız bir tavır sergiledi. Avrupa üniversitelerinde daha düne kadar İslam alimlerinin kitapları ders olarak okutulduğunu söylemeye kibirleri müsaade etmiyor.

Kilisenin elini kolunu bağlayıp devletin emri altına alan, Kiliseyi dini nostaljik birer müzeler haline getiren laik batı demokrasilerinin modern putperestlik anlayışıdır.

Batılı yeni sömürge alanları oluşturabilmek, İslam aleminin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirebilmek için Müslüman toplumları da dinden ve dinin onları bir araya getiren o müthiş çekim alanından hep uzaklaştırmak ve kendilerine benzetmek istedi.

Hasta adam dedikleri Osmanlı yıkılmadıkça bunu başarmaları imkansızdı. Çünkü Osmanlının ölüsü bile onlara korku veriyordu. O durumda bile Osmanlı İslam alemini bir araya getirebilecek en büyük potansiyel bir güçtü.

Önce Osmanlı içindeki milliyetçi ve batıcı unsurları harekete geçirerek Osmanlıyı kendi içinde parçalayıp zayıf düşürmeyi başardılar. Jön Türkler, İttihat ve Terakki ile Batıcı aydınlar Osmanlının içten yıkılışının en büyük sorumlularıdır.

Daha sonra Kafkaslar, Yemen, Libya, Filistin, Balkanlar, Irak gibi bütün cephelerde İngilizler, Ruslar, Fransızlar, İtalyanlar tüm sömürgeci batılılar bir olarak Osmanlıya saldırdılar.

Osmanlı kısa zamanda çöktü ve yerine işgalciler kendi kukla yöneticileri ve yönetimlerini getirdiler. Arap ülkelerinde kurdukları Baas ve benzeri diktatörlük sistemi ile Türkiye'de de Kemalizm diye bir ütopyayı Müslüman halka dayattılar. Ama genetik uyuşmazlıktan dolayı bu aşı tutmadı. Kimse bu ithal ideolojileri yutmadı.

Irak'ta diktatör Saddam'ı, Suriye'de Esed despotunu, Libya'da Kaddafi delisini, öteki Arap ülkelerindeki diktatörleri, kralları, emirleri ve Türkiye'deki darbecileri kendi emelleri çizgisinde ustaca kullandılar.

Hepsinin sistemleri diktatörlük olsa da adları Demokrasi, demokratik, cumhuriyet olarak anılan rejimlerdi. Hepsi de batılılar tarafından kollanan, korunan, yönetilen, yönlendirilen kukla devletler olarak işlev gördüler.

Batıdaki demokrasi Ortadoğu'daki demokrasilere (!) hiç benzemedi. Batılılarca bunun hiçte bir önemi yoktu. Çünkü onların 1. olarak ilgilendiği demokrasinin bu ülkelerde hakim olması değil kendi çıkar çarklarının dönmesi idi.

Ne zaman diktatörler batının çıkarlarına engel olmaya başladılar ise, hemen tehlikeli adam ve batı düşmanı terörist olarak tüm aleme ilan edildiler.

Bütün İslam ülkelerinde batının çıkarcı (jakoben) demokrasi anlayışına, sömürü ve işgaline karşı gelen kim hangi ülkede, hangi örgüt olursa olsun bu yüzden tehlikeli adam ve demokrasi düşmanı ilan edilip en kısa zamanda askeri darbeler veya çeşitli ayak oyunlarıyla iktidardan uzaklaştırıldı.

Batılıların gözünde Demokrasi anlayışı; Halkların özgür iradeleriyle kendi yönetimlerini seçip kendilerini idare eden bir rejim değil, batının çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde demokratik, batının hesaplarına ters düşmez ise demokrasidir.

Mekke müşriklerinin helvadan putlar yapıp acıkınca onları yedikleri gibi, batılıların gözünde demokrasi böyle menfaat aracı bir puttur. Putlarını kendileri yaparlar, yaptıkları putlara kendileri taparlar, herkesin de bu ilahlara tapmasını isterler. Acıkınca da yaptıkları bu putları afiyetle yerler.

Batı medeniyetinin bu gün "demokrasi demokrasi" diye taptığı ilah budur. İşine gelmediğinde yediği de tapındığı bu nanedir.

Batılılar halkı Müslüman olan ülkelere hiçbir zaman güvenmediler ve onlara güven de vermediler. Göklere çıkarılan medeniyetleri her türlü putperestliğin mikrop gibi ürediği bir sömürü ve çıkar medeniyetidir.

Bunu en sıcak, en canlı bir şekilde Mısır ordusunun darbe ve katliamları karşısında batı ülkelerinin takındığı ikiyüzlü tutum ve tavırlarında görebilirsiniz.

Arif Altunbaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder