Sykes - Picot Anlaşmas'nın Kanlı Mirası
Fransa, Suriye'yi paramparça ederek 6 “devlet” kurdu. Sömürgecilerin altın kuralı 'böl ve yönet', ülke 100 yıldır etnik ve mezhep savaşlarının pençesinde.
Birinci Dünya Savaşı devam ederken, İngiltere ve Fransa, Devlet-i Aliyye'nin Orta Doğu topraklarını paylaşmak üzere gizli bir anlaşma yaptılar. Britanya adına Mark Sykes'ın, Fransa adına ise George Picot'nun imzalaması sebebiyle söz konusu anlaşma Sykes-Picot Anlaşması olarak anılır. Hâlbuki 1916'da imzalanan ve Rusya'nın da sonradan dâhil olduğu bu belgenin orijinal adı “Küçük Asya Anlaşması”dır.
Diğer bir deyişle, henüz savaş sona ermeden Osmanlı topraklarını yağmalamak için ön protokoldür. Anlaşmaya göre, Irak'taki Bağdat ve Basra bölgesi ile Filistin'deki Akka ve Hayfa limanları Britanya'ya;
Adana'dan Musul'a kadar uzanan bölge ve Suriye Fransa'ya; Bitlis, Erzurum, Trabzon ve Van ise Rusya'ya bırakılacaktı. 1917'de gerçekleşen Bolşevik Devrimi sırasında Lenin, Çarlık döneminde imzalanan bu gizli anlaşmayı ifşa etti ve Rusya “yağma protokolünden” çekildi. Ama Britanya ve Fransa bazı değişiklikler yapmakla birlikte göz koydukları topraklardan vazgeçmediler.
Nisan 1920'deki San Remo Konferansı'nda alınan kararlar uyarınca, Suriye'de Fransa'nın, Irak'ta ise Britanya'nın mandası altında yeni devletler kurulması, Musul'un Britanya'nın nüfuz alanına sokulması ve bu paylaşımın Osmanlı Devleti'ne zorla kabul ettirilmesi kararlaştırıldı. Nitekim bu düzenleme Sevr Barış Antlaşması hükümleri arasında yer aldı.Sykes-Picot'dan San Remo'ya gelene kadar Orta Doğu coğrafyasında Britanya iki önemli hamle yaptı.
Birincisi; Büyük Arap Krallığı sözü verdiği Mekke Şerifi Hüseyin'i Haziran 1916'da Devlet-i Aliyye'ye karşı ayaklandırdı. Osmanlı ordusu bu ayaklanma sebebiyle Filistin cephesinde büyük darbe aldı.
İkincisi; Dünya Siyonist Federasyonu başkanı Baron Rotschild'a Kasım 1917'de bir mektup gönderen Britanya Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Filistin topraklarında “Yahudiler için ulusal yurt kurulmasını, majestelerinin hükümetinin desteklediğini” bildirdi.
Bu mektup gönderildiğinde, Filistin cephesine Britanya ve Osmanlı kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar yaşanmaktaydı. 9 Aralık 1917'de -Yavuz Sultan Selim'in fethinden 401 yıl sonra- Kudüs-i Şerif düştü. Eğer Arap ayaklanması yaşanmamış olsaydı, Müslümanların ilk kıblesi Kudüs'ün etrafındaki Sultan Süleyman burçlarında ay yıldızlı bayrak dalgalanmaya devam edecekti.
Diğer taraftan, kendilerine söz verilene bir an önce kavuşmak isteyen Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal 8 Mart 1920'de Şam'da Suriye Arap Krallığı'nı ilan etti.
Kendisi de kral olarak tahta oturdu. Fakat 1916'daki Sykes-Picot anlaşması Suriye'nin, Fransa nüfuz alanı içinde olmasını öngörmekteydi. Nisan 1920'de San Remo'da Britanya ve Fransa, Suriye'nin geleceği konusunda görüş birliğine vardılar. Fransız kuvvetleri 24 Temmuz'da Şam'a girdi.
Fransızlar sözde “kral” Faysal'ı Şam'dan kovdu. Bağdat'a giden Faysal, Britanya tarafından Ağustos 1921'de Irak kralı ilan edilecektir.
Fransa, Suriye'yi tam anlamıyla paramparça ederek 6 “devlet” kurdu. Daha sonra bunların bir bölümünü Suriye ile birleştirdi. Lübnan ise ayrı bir devlet haline geldi. Sömürgecilerin altın kuralı “böl ve yönet” ilkesi gereğince Suriye'yi etnik ve mezhebi kompartımanlara ayıran Fransızlar, yıllar sürecek toplumlar arası düşmanlığın da tohumlarını ektiler.
İSRAİL'E KARŞI ÇIKANI SİLDİLER
Şerif Hüseyin ise kendisini çoktan Hicaz Kralı ilan etmişti. 1924'te Türkiye'de halifelik makamının ilga edilmesinden sonra halife unvanını da kullanmaya başlayan “Hicaz Emiri” Hüseyin'in, Filistin'e Yahudilerin yerleşmesine karşı tutumu Britanya'yı rahatsız ediyordu. Londra bu kez Necd Sultanı (Deriye Emiri) Abdülaziz bin Suud'u Şerif Hüseyin'e karşı kışkırttı.
Hüseyin Mekke'den çıkartıldı ve 1926'da Necd ve Hicaz Krallığı kuruldu. Bu devlet 1932'de Suudi Arabistan adını alacaktır. Kurulduğu günden itibaren de Britanya ve ABD ile çok sıcak bir ilişki içinde olacaktır.
Tarihin, bugünü anlamak yarını da tahmin etmek için eşsiz bir kılavuz olduğu gerçeğinden hareketle, bu tarihî olaylardan bugünkü Orta Doğu için en az üç sonuç çıkartmak mümkündür:
Birincisi; Orta Doğu'nun 100 yıldır kaynayan bir cadı kazanı haline gelmesindeki en önemli faktör, dış müdahalelerdir. Bölgede çıkarı olan devletlerin sürekli operasyonları olmasaydı mevcut tablo ortaya çıkmazdı.
İkincisi; Dış güçlerin bölgedeki işbirlikçileri yoluyla Orta Doğu'ya müdahil olduklarıdır. Küffara karşı Cihad-ı Ekber ilan etmiş Devlet-i Aliyye'yi arkadan vuran yerli işbirlikçileri olmasaydı dış aktörler bölgede bu kadar rahat at oynatamazlardı.
Üçüncüsü; Kralların ve diktatörlerin kişisel çıkarlarını din ve soy kardeşliğinden önde tuttukları bu bölgede milletine ve soydaşına ihanet edenlerin makûs talihleri hiç dönmemiştir.
PROF. DR. ÇAĞRI ERHAN/DİPLOMATİK MUHAKEME
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder