13 Temmuz 2013 Cumartesi

PARAYA HÜKMEDENLER: FEDERAL REZERV

PARAYA HÜKMEDENLER: FEDERAL REZERV



Federal Rezerv, Amerika Birleşik Devletlerinin merkez bankasıdır ve dolayısıyla Amerikan Dolarını basma yetkisi bulunan tek kurumdur. Ancak bu kurumu diğer devletlerin merkez bankalarından ayıran en önemli özelliği devlete değil, özel teşebbüse ait olmasıdır.



ABD’de ulusal para sisteminin, Federal Rezerv’in eline teslim edilmesini sağlayan süreç 1907’de yaşanan büyük mali krizle başladı. Bu süreçte çok sayıda Amerikan bankası iflas etti. Ve krizin ağır etkisi Amerika Birleşik Devletlerinde birkaç yıl daha hissedildi. Aynı dönemde krizin çıkış sebeplerini araştırmak ve önlem almak amacıyla bir komisyon kuruldu. Araştırma Komisyonun başına, bugün Federal Rezerv’in sahiplerinden olan Rockefeller ailesine sonradan evlilik yoluyla katılan Senatör Nelson Aldrich getirildi. Aldrich, Parlamentoya bir daha böyle bir krizin yaşanmaması için Federal Rezerv Sistemi adı verilen bir taslak önerdi. Bu öneriyi 1910 yılında Parlamentodan geçirdi ancak yasalaşması için 3 yıl daha beklenmesi gerekecekti. A.B.D.’de 1907 krizinden, diğer bankaların aksine güçlenerek çıkan bir grup bankerin büyük desteğiyle 1911’de iktidara gelen Başkan Woodrow Wilson, iktidarının ikinci yılında Federal Rezerv yasasını hayata geçirdi.



Kanun, ABD’yi Federal Rezerv Bank adı verilen birer merkez bankasına sahip 12 bölgeye ayırdı. Bu 12 Rezerv bankası birbirinden bağımsızdı ancak o günden bu yana Washington’daki Federal Rezerv Kurulu adı verilen federal örgüt tarafından yönetildi ve denetlendi. Federal Rezerv Kurulu’nun kurucusu Amerikalı banker Paul Warburg’du.



Kısa bir süre sonra bölgesel merkez bankalarının kontrolünü eline geçiren Warburglar, federal merkez bankalarının hisselerini bazı özel bankalar arasında paylaştırdı. Bu şekilde Amerikan merkez bankalarının, yani para basma işleminin kontrolü Kongre’den alınarak Finans dünyasındaki birkaç büyük ailenin eline bırakıldı.



Garip bir tesadüftü ki Federal Rezerv Sisteminin kendilerine teslim edildiği bu bankerler aynı zamanda İsrail Devletinin kuruluşunda rol alan ailelerdi. Amerika’daki bu bankerlerin başını çeken aile, bugün dünyanın en büyük finans devi olan Rothschild’lardı. Ve tüm tarihçiler tarafından Siyonist İsrail devletinin kuruluş senedi olarak kabul edilen Balfour Deklerasyonu Rothschild’lara hitaben yazılmıştı…



Merkez Bankalarının asli görevi, faiz oranlarını ve para arzını, yani enflasyonu kontrol altında tutmaktır. Ancak Federal Rezerv sisteminde işler daha farklı yürüyordu…



Federal Hükümet, vergilerle halktan aldığından daha fazlasını harcayınca para ihtiyacı doğar. Parası olmadığı ve Kongre para basma yetkisini devrettiği için hükümet, özel bir kuruluş olan Federal Rezerv’e başvurur. Bankacılar, hükümetin geri ödemesi koşuluyla faizle borç verir. Böylece Kongre, Hazine Bakanlığına belirtilen miktarda devlet tahvili bastırır ve bunu daha sonra Federal Rezerv Bankacılarına iletir. Böylece tahvil ve banknot takası gerçekleştirilir. Sonuç olarak Hükümet halkı faizle borca sokar. İlk başta hiçbir fiziki değere karşılık olarak basılmayan ABD doları, diğer bir değişle kâğıt parçası, halkın sırtına vergi ve faiz yükü olarak bindikten sonra gerçek bir değere dönüşür.



ABD’deki para sisteminde piyasada ne kadar dönen para varsa, yaklaşık olarak aynı miktarda, ABD’nin Federal Rezerv’e borcu vardır. Sistem kabaca bunun üzerine kuruludur.



Bu yolla Federal Rezerv Sisteminin sahipleri dünya tarihinin en büyük dolandırıcılığını yapmıştır ve hâlâ yapmaya devam etmektedir. Ve yine bu yolla insanları faizle borç altına sokarak gerçek anlamda köleleştirmektedir.



Amerikan ekonomisi, Rothschild, Morgan, Warburg, Rockefeller, Schiff gibi İsrail kökenli bankerlerin denetimine geçtikten sonra Federal Rezerv’in ilk büyük icraatı, Amerika’nın I. Dünya Savaşı’na girmesini desteklemek ve finanse etmek oldu. Çünkü Amerika’nın savaşa girmesi demek, Amerikan yayılmacılığının da doğması demekti. Ve dolayısıyla hükümet Federal Rezerv’e daha çok borçlanacaktı.



I. Dünya Savaşı 1914 yılında patlak verdi.



Amerikan halkı savaşa dâhil olmak istemiyordu ve Başkan Wilson da ülkenin tarafsızlığını açıklamıştı.



Ancak uluslararası bankerler için en kârlı iş, savaştı. Çünkü savaş ülkeyi, Federal Rezerv Bankası’ndan daha çok faizli borç almaya zorlayacaktı.



7 Mayıs 1915’te Lusitania adlı bir yolcu gemisi, iddialara göre kasıtlı olarak Alman kontrolündeki ve Alman Deniz Kuvvetleri’nin geçeceği bilindiği sulardan geçirildi. Alman U-bot’u gemiye bir torpido yolladı ve geminin kargo bölümündeki cephanenin de patlamasıyla 1.198 kişi öldü. Beklendiği gibi Luistania’nın batırılması, Amerikan halkında büyük bir öfke dalgasına neden oldu ve Amerika kısa süre sonra savaşa girdi. Federal Rezerv’in, ABD’nin II. Dünya Savaşı, Vietnam, Körfez savaşları ve diğer birçok savaşa girişini desteklediğine dair çok sayıda dikkate değer iddia gündeme getirildi. Bu savaşlardan en çok kârlı çıkanın Amerika’daki büyük sermayedarlar oluşu, iddiaları daha da güçlendirdi.



7 Aralık 1941′de, Japonlar’ın Pearl Harbour’daki Amerikan üssüne saldırması yüzünden ABD’nin de dâhil olduğu II. Dünya Savaşında, Federal Reserv’in sahiplerinin Avrupa’da birtakım oluşumları finansal olarak destekledikleri hep tartışılır; Rothschild, Rockefeller, Warburg gibi isimlerin Nazi partisine finansal destek verdikleri gibi… Ayrıca Yahudi Soykırımında, Gaz Odalarında kullanılan gazı üreten I.G. Farben şirketine, Rockefeller’lara ait Standart Oil’in ortak oluşu ve hatta zehirli gaz üretimi için hammadde tedarik edişi de karşımızda duran ilginç detaylardandır…



John F. Kenedy suikastının perde arkası, gerçekleştiği 22 Kasım 1963’ten beri hep karanlıkta kaldı. Çoğunlukla Federal Rezerv ve İsrail Gizli servisi Mossad ile ilişkilendirilen cinayet dosyası, gizemli bir el tarafından kapatılmış ve olay Lee Harvey Oswald’ın işlediği münferit bir suç olarak kamuoyuna lanse edilmişti. Oswald yakalandığında cinayeti kendisinin işlemediğini söylemiş ancak mahkemeye götürülürken Yahudi bir gece kulübü işletmecisi olan Jack Ruby tarafından tabancayla vurularak öldürülmüştü. Ruby’nin Kendy’yi çok sevdiği ve intikamını almak için Oswald’ı vurduğunu söylendi. Ancak Ruby’nin daha sonra hapiste kendisine kanser yapıcı ilaçlar verildiğini söylediği iddia edildi ve çok geçmeden kanserden öldü. Sonuç olarak Kenedy suikastı asla aydınlatılamadı. Ağabeyinin politikalarını destekleyen Robert F. Kennedy 16 Mart 1968’de ABD başkanlığına adaylığını açıkladı. Seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılırken 5 Haziran 1968’de Los Angeles’taki Ambassador otelde, tıpkı ağabeyi gibi bir suikastla öldürüldü.



John Kennedy, öldürülmeden önce İsrail’in nükleer programına karşı çıkmış ve Federal Rezerv’i kamusallaştırmak istemişti. Garip bir tesadüftü ki İsrail devletinin kurucuları olan bankerler, aynı zamanda Federal Rezerv’in de kurucuları ve sahipleriydi. Bu durum, suikastla ilgili geride birçok suru işareti bıraktı.



Bu kurucular arasında en dikkat çekici olanlardan biri de Sultan Abdülhamit ile görüşüp Filistin topraklarını satın almayı teklif eden Theodor Hertzl’in finansörü olan Rothschild hanedanlığıydı.



Federal Rezerv tarihi boyunca, cılız bir sesle dillendirilen Amerikan derin devleti hakkındaki çeşitli iddiaların en üst seviyeye çıktığı dönem, 11 Eylül saldırılarından sonra başladı. 2001 yılında gerçekleştirilen bu terör olayının faillerinin kim olduğu konusu dünya kamuoyunda henüz netlik kazanmış değil. Bu saldırıları ABD derin devletinin gerçekleştirdiğine dair dünya kamuoyunda ciddi kuşkular var. Kulelerin yıkılış şekillerinden, istihbarat zafiyetine kadar birçok konuda yüzlerce cevapsız soru ortada duruyor. Ayrıca bu işten en çok kimin kârlı çıktığına bakılınca şüpheler daha da derinleşiyor.



ABD’nin önce Afganistan ve sonra Irak işgali ile başlayan Ortadoğu’daki savaş serüveni, devletin hanesine yüz milyarlarca dolar borç ve Federal Reserv’inkine ise bir o kadar alacak olarak kaydoldu. 11 Eylül’den sonraki süreçte petrol fiyatlarındaki anormal yükselişin, Federal Rezerv’in sahiplerinden olan dünya petrol devi Rockefeller hanedanlığına kazandırdığı yüz milyarlarca dolar ise işin cabasıydı.



Bugün ise 2010’un Kasım ayında Tunus’da fitili alevlenen isyan dalgasının altıncı ayındayız ve ortalık durulmuyor. Fakat bu sefer, muhtemelen küresel sermaye için yeni Pazar alanları yaratma çabası söz konusu. Tabii ki bu arada Arap halklarının haklı başkaldırı gerekçelerini eleştirmediğimizi ancak sürecin gizli bir el tarafından yönlendirildiğini düşündüğümüzü belirtelim… Son olarak, Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi, knock-out olmak için son birkaç yumruk daha yemeyi bekleyen bir boksör misali sendeliyor ve devrilme sırası Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a gelecek gibi görünüyor. Ancak ardından sıranın İran ve sonunda Türkiye’ye gelmesi ihtimali üzerinde yeterince durulmuyor.



Hamza Yardımcıoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder