İsrail ve İran’ın üç silahı
26.08.2012 tarihli Haaretz gazetesinde Aner Shalev imzalı, genelde dünyada, özelde “Ortadoğu”da olup bitenleri anlamamıza yarayacak çok güzel bir makale yayımlandı. ‘İsrail ve İran: Ebedî Müttefikler’ başlığını taşıyan makalede Shalev, özetle şöyle diyor:
“İran, İsrail’e ölesiye muhtaç. İsrail olmasa, İran onu icat eder. Bundan dolayı da, İran için İsrail daha uzun yıllar yaşamalıdır. Ayetullahların rejiminin İsrail karşıtı çılgın retoriği kitleleri asıl meselelerinden uzaklaştırıyor. Nefret, daima rejimleri güçlendiren birleştirici bir güç olmuştur.
İçeride gerilimi düşürmek için şeytanlaştırılmış haricî bir düşman gibisi olamaz. İran, bunu bütün beklentilerin üstünde olarak başarıyor. İsrail, İran’a yardım ediyor.
İran’a saldırının eli kulağında olduğu tehditleri, Ayetullahların rejiminin tekerleklerini yağlıyor. Diğer yandan, İsrail de ölesiye İran’a muhtaç. İran olmasa, İsrail onu icat eder. İran, İsrail için daima var olmalıdır.
Nefret ve düşmanlık söylemleri, bilhassa sağcı iktidarlar için etkili kontrol mekanizmaları olmuştur. Netanyahu’nun İran karşıtı çılgın retoriği, kitlelerin dikkatini asıl problemlerinden uzaklaştırmaktadır. İran’ın İsrail’i tehditleri, Netanyahu hükümetinin tekerleklerini yağlıyor.”
Evet, zahirdeki İran–İsrail düşmanlığı, sadece karşılıklı olarak iktidarların tekerleklerine yağ sürmekle kalmıyor, İsrail’in etrafındaki Batılı koruma ve yardım duvarını sürekli güçlendirdiği gibi, İran’a da İslâm dünyasındaki Müslüman kitleler nezdinde prestij sağlıyor. ABD ve İsrail karşıtlığı üzerine kurulu bir retorik, müthiş prim yapıyor İslâm dünyasında. Kitleler, arkada ne olup bittiğini bilmedikleri için bu primin ağlarına takılıp sürüklenebiliyor ve retorikteki karşıtlık, değerlendirmelerde en önemli ölçü haline geliyor.
İslâm dünyası, etnik ayrılıkların yanı sıra mezhep temelinde bölünüyor ve bir Şiî hançeri, Afganistan–Pakistan hattından şimdilik Akdeniz’e kadar girmiş durumda.
İran’ın silahları, sadece retorikteki ABD ve İsrail karşıtlığından ibaret değil. İran’ın üç önemli silahı daha var:
Muta, humus ve takiyye. Muta, ne yazık ki, gayr-ı meşrû cinsel münasebete giydirilen bir meşruluk kılıfı. Humus, (Sünnî) İslâm’da madenler gibi yerden çıkarılan maddelerden verilen zekât ve harp ganimetlerinden Allah Rasûlü’nün, devlet başkanının hissesine düşen 5’te 1’lik miktarı ifade ediyor.
Fakat Şiîlikteki humusun kapsamı çok daha geniş. Bir zaman, Türkiye’yi darü’l-harp gören bazıları, bundan dolayı, sanki devlet, çalışarak elde ettiği özel geliri olan bir şahısmış ve onun malı aslında bütün kamunun malı değilmiş gibi, devlet malından almayı helâl addederdi.
Humus da, bunun gibi, pek çok yolsuzluğa, devlet ve kamu malını kullanmada farklı davranmalara gerekçe oluşturabiliyor. Takıyyeye gelince:
Şiîlik’te takıyye bir esastır; İmam Cafer Sadık Hazretleri’ne atfen, “Takıyyesi olmayanın dini yoktur.” inancı hakimdir. Takıyye öyle kullanılır ki, meselâ Hz. Ali Efendimiz’in ilk üç halife hazretlerine biatı, Hz. Ömer’e kızını vermesi, oğullarından ikisinin isminin Ömer ve Osman, birisinin künyesinin Ebu Bekir olması, muta için haramdır demesi, hep takıyyeye hamledilir.
Dolayısıyla takıyye, yalanın, aldatmanın, Kur’an’da şiddetle men edilen, söylenenin tersinin yapılması ve yapılanın tersinin söylenmesinin hem de dinen gerekli kılıfıdır.
Hadiseleri doğru okumada bu gerçekler göz ardı edilmemeli.
Ali Ünal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder