Önce bir hikaye ile basliyalim Dikilitaş
Efsaneye göre At meydanı'nda bulunan Dikilitaş'ın dibinde bakırdan tılsımlı bir el varmış. Hangi tüccar İstanbul'a mal getirecek olsa doğrudan Dikilitaş'a gider, mala biçtiği değerin tutarını elin içine koyarmış. Bu bakır el malın gerçek değerini avucunu kapatarak bildirirmiş.
Günlerden bir gün, Anadolu'dan gelen bir tüccar satmak üzere yanında getirdiği bir atla birlikte Dikilitaş'a gelmiş ve atın bedelini söylemiş: "On bin akçe". Sonrasında bakır ele parayı saymaya başlamış. Ancak konulan para kırk akçeyi bulduğunda el kapanmış. At tüccarı bu duruma çok öfkelenmiş. "Kırk akçe ne demek ben bunu on bin akçeye bile vermem. Ben bu eli şöyle yapar böyle ederim diyerek öfkeyle sövüp saymış sonra da hırsını alamayıp bir vuruşta eli kırmış.Çevredeki kollukçular derhal adamı yakalayıp boynunu vurmuşlar. İki gün geçmeden de at ölmüş derisi de kırk akçeye satılmış.
Dikilitaş'ın Serüveni
İstanbul'un en eski yapısı olan Sultanahmet'teki Dikilitaş, Mısır hükümdarlarından 3. Thutmosis’in Asya’da kazandığı zaferlerin anısına M.Ö 1450 yılında diktirdiği taştır. Yıllarca Mısır’da kalan taş, önce bu bölgede kurulan yarı Hellen yarı Mısır bir devletin, daha sonra da şehirlerini süslemek için Mısır’da bulunan anıtları kullanan Romalıların eline geçer. I. Constantin de, yeniden kurduğu Constantinopolis’de yer alan Hipodrom’u süslemek için çeşitli anıtları buraya taşıttırır. Oğlu II. Constantin, taşı İstanbul’a götürülmek üzere İskenderiye’ye taşıtmak istemesine rağmen başarılı olamaz. Daha sonra, İmparator Julianus’un emriyle İskenderiyeliler bu taş için özel bir gemi yaparlar. Taşın İskenderiye’den ne zaman ve kim tarafından İstanbul’a getirildiği ve nasıl taşındığı bilinmiyor fakat Bizans İmparatoru 1. Theodosius tarafından 390 yılında, o zamanlar hipodrom olarak kullanılan Sultanahmet Meydanı'nda "Spina" denen duvarın üzerine dikildiği bilinmekte.
Dikilitaş, Bizans dönemi boyunca uzun yıllar Hipodrom’da meydana gelen çeşitli politik olaylara, araba yarışlarına, ayaklanma ve cinayetlere seyirci olur. Osmanlı döneminde de Hipodrom’da taş çevresinde birçok olay olur ve toprak yükselerek kaidenin alt kısmı gömülür. Mevcut hali orjinalinin üçte ikisi olduğu söylenen taşın şu anki uzunluğu 19.59 metredir. 1857’de Newton, kaidenin etrafında kazı yaparak yeniden açar. Bir zamanlar Dikilitaş’ın tepesinde bulunan ve dünyayı simgeleyen tunç küre ise 865 yılındaki bir depremde düşer, bir daha da yerine konulmaz.
Dikilitaşın bir dili olsa da, konuşsa...
Kaidenin iki yanı Yunanca ve Latince kitabelerle, diğer iki yanıysa meydanda yapılan araba yarışlarının simgeleriyle dolu. Yüzlerce yıl öncesinden günümüze seslenen taşın üzerindeki kitabelerin birinde 30 günde, diğerinde ise 32 günde dikildiği yazıyor.
Latince metin şöyle diyor: "Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendime boyun eğmem ve onun tyran’lar üzerine kazandığı zaferin çelengini taşımam bana emredildi. Herşey Theodossius ile onun uzun sürecek sülâlesine itaat ediyor. Bana da böylece galip gelindi ve Proclus’un yönetimi altında üç defa on günde yükselmeğe mecbur edildim."
Kuzeybatı yönündeki Yunanca yazıt ise daha kısadır:
"Uzun süredir toprak üstünde bütün ağırlığı ile yatan dört yüzlü direği dikmek cüreti sadece İmparator Theodossius’a kısmet oldu. Bu işi başarmak için Proklos’u yardıma çağırdı ve böylece taş otuziki günde dikilebildi."Dikilitaş'ın hiyogliflerindeyse Thutmosis’in zaferlerinden bahsedilir. Taşın tepesinde, dikdörtgen çerçeve içinde Firavun II. Thutmosis ve tanrı Amon-Ra'yı karşılıklı olarak elele görürüz. Bunun altında kutsal Horus yer alır. Esas yazıysa Horus’un altında başlar:
"Zengin, güçlü ve becerikli olan ve bu niteliklere de güneşin altın renklerini dünyaya saçan tanrı Amon sayesinde sahip bulunan, 18. soydan III. Thutmosis, Tanrı Amun’a şükran borcunu ödemek için, armağanını sunar. III. Thutmosis denizleri aşarak iki ırmak arasındaki memleketleri zaptetti. Saltanatının 30. yılında bu anıtı dikti." Taşın dört tarafında da Mısır tanrılarından Amon-Ra ve Horus anılır ve Thutmosis’in yüceliğinden bahsedilir.
Sultan Ahmet Dikilitas iSTANBUL http://gercektarihdeposu.blogspot.com |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder