30 Ekim 2013 Çarşamba

Cumhuriyet ve mecburiyet

Cumhuriyet ve mecburiyet

“Cumhuriyeti ve demokrasiyi CHP’ye borçluyuz” diyorlar ya, üç sebepten dolayı tepem atıyor!..

1. Borçlu yaşamayı sevmiyorum…

2. Bu iddia doğru değil…

3. Cumhuriyetle demokrasiyi CHP’ye borçlu olsak bile çoktan o borcu ödemiş bulunuyoruz.

Nasıl mı ödedik?..

Cumhuriyeti kuran Atatürk’e ömür boyu cumhurbaşkanlığı, İnönü’ye ise tüm başarısızlığına, milleti açlığa, yokluğa, yoksulluğu, ezansızlığa, Kur’ansızlığa mahkum etmesine rağmen, 20 yıldan fazla (çoğu da muhalefetsiz) başbakanlık vererek ödedik…

Borç-alacak kalmadı!.. Söylemiştim: Kimseye borçlu kalmak istemem.

Bu iddia (2. madde) zaten doğru da değil… Çünkü cumhuriyet (daha doğrusu demokrasi) arayışı Sultan II. Abdülhamid’den beri var. Bu çerçevede seçimler yapılmış, parlamento kurulmuş, meşrutiyet denenmiş, yumuşak bir geçiş amaçlanmıştı.

O gidişin “demokratik cumhuriyet” çizgisine geleceği aşikârdı. Belki İngiltere gibi “demokratik monarşi” olurduk. Ancak hilâfet devam ederdi. Hilafetin devam etmesi, özellikle İslam ülkelerine (ve petrol yataklarına) hâkimiyet hesapları yapan İngiltere’nin işine gelmiyordu. Başkentimizi işgal etti. Ama bizimle savaşmadı, yapabilecek durumdayken, işgali Anadolu’ya yaymadı. Bunun yerine bir maşa kullandı ve Yunanistan’ın Batı Anadolu’yu işgal etmesini sağladı.

Yunanistan, tanımadığı denizaşırı topraklarda, yetersiz bir kuvvetle, yirmi yıl aralıksız savaşarak deneyim kazanmış Osmanlı ordusunu yenemezdi. Zaten Yunanistan da İngiliz desteğine güvenip İzmir’i işgal etmiş, yine İngiltere’nin destek taahhüdüne güvenerek işgali Aydın ve Bursa havalisine yaymıştı.

Fakat ne hikmetse, beklediği desteği İngiltere’den alamadı. Osmanlı ordusuyla baş başa bırakıldı. Milis alayları tarafından iyice yıpratıldıktan sonra, son darbeyi Sakarya’da yedi, perişan halde kaçtı.

Böylece Ankara önemli bir “zafer” kazanmış oluyordu. Bu “zafer” sonucu Atatürk’le İsmet Paşa’nın yıldızı parlarken, rakip olabileceği düşünülen isimler (en başta da Çerkez Edhem Bey, sonra Karabekir Paşa) bir bir ayıklanacaktı.

Sonra Lozan Konferansı başladı. İngiltere “galip” tarafta, Yunanistan ise “mağlup” tarafta oturuyordu. Yunanistan Başbakanı Venizelos bu işe çok şaşırmış, Türk Murahhas Heyeti Başkanı İsmet Paşa’ya, “İngiltere masanın galip tarafında otururken, ben İngiltere’nin müttefiki olarak neden mağlup taraftayım?..” diye yakınmaktan kendini alamamıştı.

Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’de imzalandı. 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet ilân edildi. Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı, İsmet Paşa ise Başbakan oldu.

Saltanat 16 Mart 1920 tarihinden geçerli olmak üzere zaten kaldırılmış, Sultan Vahideddin “sade vatandaş”a dönüşmüş, nihayet aldığı tehditlerin de etkisiyle ülke dışına kaçmak zorunda kalmıştı (17 Kasım 1920).

Saltanatın ve hilafetin devam etmesi demek, Mustafa Kemal Paşa’nın en fazla genelkurmay başkanlığına, İsmet Paşa’nın da kuvvet komutanlığına razı olması demekti. Ama sistem değişir, meşrutiyet yerine cumhuriyet ilân edilirse, Kemal Paşa padişah yetkilerini aşan yetkilerle donatılmış kurucu cumhurbaşkanı, İsmet Paşa ise Başbakan olabilirdi.

Nitekim de öyle oldu. Bu da son derece normaldir: Zira politikada, “Ben çalıştım sen ye” mantığı yoktur.

Göstermelik hilafet de 3 Mart 1924’de kaldırıldı (hilafet kaldırılmadan İngiltere’nin Lozan Andlaşması’nı imzalamadığını hatırlayalım lütfen)…
Takip eden günlerde de İngiltere Ortadoğu’ya, yani petrol yataklarına hâkim oldu. Öyle bir tahripkâr zekâ kullandı ki, bölge bir türlü toparlanamıyor.

Yani cumhuriyet, mecburiyetin eseridir.

Yavuz Bahadıroğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder