25 Ekim 2013 Cuma

MİT krizi, Mavi Marmara ve Savaş

MİT krizi, Mavi Marmara ve Savaş!

Son günlerin en çok konuşulan konularından biri olan MİT’e yönelik saldırılar yeni değil. Müsteşar Hakan Fidan’ın göreve geldiği ilk günden beri var olan bir hadise bu.

Sadece İsrail de değil birçok ülkenin istihbarat birimi de Fidan’dan rahatsız.

Bu rahatsızlığın nedenlerini ise ana başlık halinde toplamak istersek; kendi ülke menfaatleri için çalışan yerli bir ismin kurumun başında olması ve MİT'in içinde rahat cirit atanların artık kapı dışarı edilmesi sonucuna ulaşmak zor olmasa gerek.

Wall Street Journal ve Washington Post’da Hakan Fidan’ı hedef alan makaleleri yazanlar ise kapı dışında kalanların kalemşörlüğünü yapanlardan başkası değil.

“Türkiye, MOSSAD için çalışan İranlı ajanları Tahran'a ihbar etti” iddiasını ortaya atan Davıd Ignatus’ta sadece onlardan biri. Ignatus, “one minute" krizinin yaşandığı oturumun da yöneticisiydi.

Onun ortaya attığı İran ile ilgili iddialar yada Türkiye’nin Ortadoğu’da söz sahibi olmak istemesi gibi nedenler ise kamuoyunda İsrail’i rahatsız eden sebepler olarak öne çıktı.

MOSSAD lehine işbirliğinin bitmesi, dış ve savunma politikalarında karar vericilik merciinin askeri vesayet yerine (Başbakan Erdoğan’ın öncülüğünde) menfaatlere uymayan bir hükümet olması birilerini fena halde kızdırdı.

Ancak saldırıların nedeni sadece bunlar değil…

İsrail’i kızdıran başka şeyler de var.

Şimdi birkaç gün önceye dönelim…

MİT ile ilgili tartışmaların hararetli bir şekilde yaşandığı dakikalardı. Hakan Fidan’ın yerli bir isim olması ile ilgili bir tweet atmamın hemen ardından Türk asıllı olduğunu her fırsatta ifade eden İsrailli gazeteci! Rafael Sadi, “Arzu hanım MİT görevinde yerli olmayanlar da mı var acaba? Ne demek yerli ve bizden biri???” şeklinde tepkisel bir soru sordu. Kendisine neden bu kadar kızdığını ve Sisi’nin ne derece yerli olduğunu sordum bende. Bu soruya ise yanıt vermedi. Sonrasında Yahudi olduğunu söyleyen diğer bir isim devreye girdi. Asıl ilginçlik bundan sonra başladı. Olaya Fidan’dan girip konuyu nasıl olduysa Mavi Marmara’ya getirdi.

İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım’ın Türkçe bilen İsrail askerlerinden bahsederken bunların Türk vatandaşı olduğunu söylemesinin yalan olduğunu, kendisinin dilimizi çok iyi bildiğini ama TC vatandaşı olmadığını öne sürüyordu.

Bu sözlerinden kendisinin Mavi Marmara sorgusunda olma ihtimalini bendenize düşündüren İsrailli, Hakan Albayrak'ı son dakikada birinin aradığını ve gemiden kaçtığını da iddia ediyordu.

Deli saçması gördüğüm bu iddianın yanı sıra Hakan Fidan’ın tehdit edilme hadisesi ile ilgili olarak “Bizleri hiç tanımamışsınız. Bizler asla ve asla hedefimize koyduklarımızı tehdit etmeyiz…” diyordu.

İslam ülkelerini kast ederek “siz mezhep kavgalarıyla birbirinizi boğazlarsınız biz ise seyrederiz” ifadelerini de kullanan üstün ırk takıntılı Siyonist İsraillinin tüm bu söyledikleri ise zihnimde bazı çağrışımlara neden oldu.

İsrail’in uluslararası sularda, Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara’ya yaptığı saldırı ile ilgili dava, 4.duruşmasının ardından 27 Mart 2014’e ertelendi.

Bu yavaşlık kimin eseri bilinmez ama davada şimdilik İsrail Genelkurmay Başkanı Gabiel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Marom, İsrail İstihbarat Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Avishay Levi olmak üzere dört sanık yargılanıyor.

Duruşmada müşteki avukatları, sanıklar hakkında yakalama kararı verilmesini, sanıkların İsrail’den iadelerinin istenilmesini ve haklarında kırmızı bülten düzenlenmesine ilişkin taleplerini dile getirmişti. Mahkeme ise “yakalama talebini daha sonra değerlendirmeye” bıraktı.

Ama ne var ki basında yeterince ilgi çekmese de kanlı baskının düzenlendiği 2010 yılında İsrail Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapan Tümamiral Eliezer Alfred Marom, İngiltere'de gözaltına alındıktan sonra Londra'da Heathrow Havalimanı'nda ayrı bir bölgeye alınıp sorgulandı, daha sonra da serbest bırakıldı. Sorguda kanlı baskına ilişkin sorular sorulduğu iddia edildi.

Bu kısa sorguda bile Siyonist kibrinin nasıl acı çektiğini tahmin edebilirsiniz.

Bunlara sebep olarak görülen Başbakan Erdoğan’a olan kızgınlığı da…

Bu gerçeği şimdi bir kenara koyarak, Hakan Fidan'ın Mayıs 2010 ‘da MİT Müsteşarı olarak atanmasının hemen ardından yerli ve yabancı basında İsrail 'in bu atamayla ilgili endişeleri olduğuna dair peş peşe yazılar çıkmaya başladığını hatırlatarak o günlerde söylenenlere bakalım;

“Fidan Başbakan Erdoğan'ın kişisel asistanı ve İran destekçisi bir isim. Atanmasıyla birlikte iki ülke arasındaki istihbarat değişimi büyük zarar görecek. Erdoğan kontrolünü güçlendirmek için bu ismi MİT’in başına atadı. Mavi Marmara olayı sonrası Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte iki ülke ilişkilerinin değişmesine öncülük ediyor. İHH ile bağlantısının olup olmadığına dair İsrail'in elinde delil bulunmasa da 'somut delil' olarak Fidan'ın 'iktidardaki İslami parti ile çok yakın ilişkileri' gösterilebilir . Erdoğan ve Fidan’ın İran, Hamas ve diğer düşman unsurlara yaklaşımı ise hasara neden olacak düzeyde. İsrail güvenlik sistemi bir darbe alabilir. Hakan Fidan ayrıca, Türk-İran ilişkilerinin geliştirilmesinde, özellikle de nükleer işbirliği konusunda öncü rol oynuyor. Fidan’ın İngiliz ve Türk ABD istihbarat yapısının karşılaştırmalı analizi üzerine tez yazdığı da biliniyor.”

İsrail’in bu söylemleri ile birlikte Hakan Fidan’ın Kürt sorununun çözümü için metotlar geliştirmesinden de baştan beri rahatsız olduğunu biliyoruz. PKK’nın silah bırakması da rahatsızlığı arttıran diğer bir ayrıntı.

Hal böyle olunca MİT’e saldırılarda ortaya konulanlarla birlikte bir iki gerçek daha ortaya çıkıyor.

Mavi Marmara davasının devam etmesi hıncı, İran ve Türkiye arasında savaş çıkarma planı.

Bu konuda hiç de “hadi canım yok artık...” demeyin çünkü İsrail, “Irak ile İran'ın çatıştırılması mümkünse bu da mümkün” diye düşünüyor.

Aynı zamanda Büyük İsrail hayali kuran Siyonistler’i onlardan nefret edilmesi değil korkulmaması kızdırıyor.

Ne diyordu 6 Gün Savaşı’nda dönemin Siyonist rejim Savunma Bakanı olan Moşe Dayan;

”Eğer İsrail’e bir şey olacak olursa, bizimle birlikte tüm dünyayı da beraberimizde götürürüz”

Ülke olarak bu tehditlerden korkmayarak çok fazla olduk galiba!

Tüm bunlar bir yana MİT’e yönelik saldırıların arttığı şu günlerde İsrail, Obama’ya ayar verip ABD’yi de Türkiye konusunda gaza getirmeye çalışırken, bazı siyasilerin milli duygularla tepki göstermek yerine Türkiye'nin Çin füzeleri alması ile ilgili endişeli bir süreç geçiren ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone ile samimi ilişkiler kurması da üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

Ne yalan söyleyeyim beni bu olayda en çok üzen ise içimizden birilerinin yapıp ettiklerinin İsrail ile bir farkının olmaması.

Bu ayıp herkese yeter gerisini boşverin!

Arzu Erdoğral

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder