11 Mart 2009 Çarşamba
İkinci Dünya Savaşı - Stalin..
Hatırlarsanız Almanya ve İtalya'nın, İkinci Dünya Savaşı'nın kardeş iki ülkesinin, it-kopuk diktatörleri Hitler ve Mussolini'yi tanıdık bundan önceki yazılarda. Bugün ise biraz karşı tarafa göz atalım, Josef Stalin'den bahsedelim.
Efendim Stalin 1879 Gürcistan doğumludur, komşumuz sayılır. Zaten tipi itibarıyla SSCB liderinden ziyade yazlık bölgelerdeki rakıcı amcalara benzemektedir. Anası babası gariban insanlardır. Babası "Stalin Kundura"nın sahibi, annesi ise ev hanımıdır.
Stalin okul hayatında bundan önce bahsettiğimiz soytarılar gibi değildi, derslerinde başarılıydı. Tek problemi okulda eğitim dilinin Rusça olmasıydı, çünkü dediğimiz gibi kendisi aslen Gürcü idi ve anadili de Gürcüceydi. "Abi Rusça iyi güzel, hocanın dediklerini de anlıyorum. Ama bir türlü konuşamıyorum." demecinden de anlaşılabileceği gibi, derslerdeki başarısını okuldaki sosyal hayatında bir türlü gösteremedi Stalin. Ailesinin "Yavrum yabani gibi durmasana git arkadaş ol sınıftakilerle." gazlamalarına rağmen, içine kapanık bir çocuk olarak sürdürdü eğitimini. Arkadaşları her gün Rus'a giderken; o dersleriyle ilgilendi.
"Bu öküzden bir şey olmaz, bari dinimizi öğrensin." diye düşünen ailesi de; Josef'i genç yaşta İlahiyat Fakültesi'ne yollamıştır. Oysaki Stalin'in içinde bambaşka fırtınlar kopuyordu o dönemler. Kendisi okul sıralarında boşa vakit geçirmemiş, durmadan okumuştu. Okuduklarının doğrultusunda da "Çarlık ne abi. Hangi devirde yaşıyoruz." sonucuna varmıştı. Bu yüzdendir ki sürekli internetten devrimci arkadaşlar ediniyor, sosyal hayatta gösteremediği başarıyı sanal alemde gösteriyordu.
Josef'in bu çabaları iyiydi hoştu da, okul yönetimi öyle düşünmüyordu tabii. Bir gün okul kantininde netten tanıştığı "Rusya Yurtsever Cephe" üyesi öğrencilerle çay içerken yakalanınca, Stalin'e tasdiknameyi verdiler. Tabii ki bu onun mücadelesini sona erdirmedi. Arkadaşlarıyla hemen her gün toplanıp çay içerek "Ne yapabiliriz abi.", "Dergi çıkaralım." gibi düşünceler üretti. Nitekim uyguladı da. Yine günlerden bir gün, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi - Moskova İl Başkanlığı'nda batak oynarken; polis baskanıyla içeri tıkıldı.
Hapislerle, sürgünlerle, çayla, batakla geçen günlerin ardından; devrimci hareketlerin elebaşı Lenin tarafından "Kimmiş bu gayretli çocuk bakalım." düşüncesiyle ofise çağırıldı. Lenin'le samimiyeti ilerleten Stalin, parti kendi içinde ikiye bölününce de onun tarafında, bolşeviklerle birlikte yer aldı.
Bu iç bayıltıcı kısımları kısa kesiyoruz, sadede geliyoruz. 1917 yılında Lenin önderliğindeki bolşevik gençler sonunda isyan bayrağını çekti ve radyodan "Yüce Rus Milletinin dikkatine. Çarlık rejimini yıktık, artık biz varız, haberiniz olsun." anonsunu yaparak "Ekim Devrimi"ni gerçekleştirdi. Böylece uzun yıllar sürecek bir sosyalist devlet, SSCB, kurulmuş oldu.
Devrimde önemli roller oynayan Josef, işin kaymağını da bir güzel yedi tabii. Yeni hükümette çılgın makamlar aldı. 1924 yılında Rusya'nın pis soğuğuna daha fazla dayanamayan Lenin, son demlerini yaşamaya başlayınca; "Stalin gelecekmiş hacı yerine." dedikoduları oldukça yayıldı. Bu sırada beklenmeyen bir gelişme oldu, gidici olduğunu anlayan Lenin, vasiyetinde "Stalin'den cacık olmaz. Önce o soytarı gibi bıyıklarını kessin." şeklinde atıp tuttu. Bu durum pek çok kişi tarafından Lenin'in o dönem kafasının hastalık nedeniyle bir buçuk milyon oluşuna bağlandı. Bunun üzerine Stalin, parti üyelerine "Beyler tamam ya sorun değil. Tamam yani ben giderim gerçekten kızmadım ya." diye bir güzel blöf yaptı. "Aa yok yok tamam ya, yanlış yazmıştır Lenin." diye Josef'i teselli eden parti üyeleri; onu Komünist Parti'nin, yani SSCB'nin başına taşıdı.
Stalin'in hikâyesi de böyle. Gelecek yazıda Müttefik'lerden devam. Savaş? Az kaldı ona da, az kaldı.
s.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder