7 Ekim 2013 Pazartesi

Gene "andımız" meselesi

Gene "andımız" meselesi

Şubat 2012’de, Gazete Boyut’ta yazmıştım. Gündeme tekrar gelince, şu “Andımız” konusunu o yazımızdan alıntılar yaparak bir daha ele alalım dedik.

Valla, “Andımız”la ilgili ilk görüşümü taaa 2003 veya 2004’te ifade etmiştim. Şahidim de sevgili Aslan Üzer’dir.

Bir akşam, bir grup arkadaşla oturuyorduk. Millî Eğitim Müfettişi bir arkadaş, bazı okullarda “Andımız”ın okunmadığını; okul yönetimlerine baskı yaparak okutulmasını sağladığını söyledi… Güldüm ve “Pekiii…Çocuklar ‘Andımız’ı okuyunca, Türkiye kalkındı mı?… Yıllardır okunur… Bişi değişti mi?… 1933’ten önce Andımız’ın okunmadığı yıllarda biz Türk değil miydik de bunu okuyunca 1933’te mi Türk olduk?…” diye sordum.

Ben Andımız’ı her hatırlayışta hâlâ üşürüm arkadaşlar.

Sabahları, okulun önüne sebilhane bardakları gibi dizilirdik… Niyeyse, okulun en yaramaz, en haylaz ve en tembel çocuğu (Gür sesli olanlar, yaramaz, haylaz ve tembel olduğundan mıdır nedir?) yüksekçe bi yere çıkar; gırtlağını patlata patlata, boyun damarlarını şişire şişire Andımız’ı okurdu. Biz de hep bir ağızdan tekrar ederdik… Tekrar ederdik de, bi yandan da dişlerimiz takırdardı o soğuk kış günlerinde; minicik vücutlarımız zangır zangır titrerdi. Hepimiz, “Bi an önce bitse de sıcak sınıflara girsek…” derdik içimizden veya dışımızdan.

Süzme Yörük’üm… Yani Türk’üm ama o Andımız’daki Türklüğe bir türlü içim ısınmamıştı… Dişler takır takırken, minik vücutlar zangır zangırken nasıl ısınırdı içim oradaki Türklüğe?…

Bende küçüklükten varmış bir şeyler… İleriki yaşlarımda öğrendim ki, Andımız’daki Türklükle, benim kendimi hissettiğim Türklük aynı değilmiş. Andımız’da, “resmi milliyetcilik”in dayatma Türklüğünü bir türlü içselleştiremedim hayatım boyunca. Milliyetçilik yaptığımız dönemlerde de bu aynıydı. Resmî milliyetçilikle, sivil milliyetçiliğin, birbirinden çoook farklı olduğunu gördüm gençlik yıllarımda. (Cumhuriyet devrindeki ilk sivil kitlesel tepki olan 3 Mayıs 1944 olaylarını bilen MHP’liler, günümüzde nasıl oluyor da “resmî milliyetçilik” dayatması olan Andımız’ı savunurlar, anlamıyorum.)

“Türk”sek, “doğru”ysak, “çalışkan”sak, nerden çıktı lan bu kadar ahlaksız, dalavereci, üçkâğıtçı, konjonktürel ahlaklı, tembel adam?…

“Ülkümüz”, “yükselmek ileri gitmek” idiyse, niye hâlâ geri lan bu ülke?…

Hani, “küçükleri koruyup büyükleri sayacak”tık?… Sokak çocukları uzaydan mı geldi? Huzur evlerini Marslılar mı açtı?…

Ve işin en acı tarafı, arkadaşlar Türk’üm ama mutlu değilim!…

Koskocaman Selçuklu ve Osmanlı medeniyetini reddeden bir Türklük, beni mutlu etmeye yetmiyor. Aprinçur Tigin’le olduğu kadar, Yunus, Fuzulî, Karacaoğlan, Itrî, Sinan, Şeyh Galip, Hacı Arif Bey, Nakkaş Osman, Levnî ile mutlu oluyorum ben. Çünkü bunlar insanlık âlemine değerler katmış insanlardır. Bunların atmosferinde yaşamış olmak, insanlığı zenginleştirenlerle olmak mutlu ediyor beni.

***

5 defa darbe yapılan, millî geliri düşük, halkıyla, tarihiyle, coğrafyasıyla, diliyle, diniyle ve türküleriyle kavgalı bir ülkede mutlu oluyorsanız siz olun… Ben olamıyorum…

2 bakan,1 başbakan’ın idam edildiği, gencecik çocukların sokaklarda vuruşturulduğu, bir kısmının da darağacında sallandırıldığı bir ülkede, istesem de mutlu olamıyorum arkadaşlar.

Sözün kısası, kuru kuru ve soğuk havalarda tekrarlanan Andımız metni, bana hiçbir artı değer katmadı… Topluma da katmadığı görülüyor ki, bir sürü ahlaksız, üçkâğıtçı, dolandırıcı, tembel, namussuz insanla beraber yaşamak mecburiyetinde kalıyoruz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder